
Arama Sonuçları
Boş arama ile 338 sonuç bulundu
- DEVLET MODASI: TEK YOL ÖZAL
DEVLET MODASI: TEK YOL ÖZAL - KİTAP TAVSİYESİ Uğur MUMCU Yayınevi: Umaıg Vakfı Yayınevi Tür: Toplum, Siyaset Basım Tarihi:1997 Sayfa Sayısı:310 1 Ocak – 15 Haziran 1984 arası dönemde usta gazeteci Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yazıklarının kitap haline getirilmesidir bu kitabımız. Bu kitap dönemin başbakanı Turgut Özal liderliğindeki Türkiye’de olup bitenleri, Mumcu’nun yorumuyla da okuruz; ekonomiden siyasete, yasaklanan bira reklamlarından toplu konuta, orta direğe, vergi iadesinden hayali ihracata, tekelleşmeye, adalete; Diyanet Vakfı, Ermeni terör örgütü, sağ-sol, türban meselesi; özellikle de siyasette ve ekonomide liberalleşmede yaşanılan doğrular, yanlışlar….Dönemi yakından bilmek isteyenlerin, Mumcu’nun fikir dünyasını, düşüncelerini tanımak isteyenlerin kitabı. DEVLET MODASI: TEK YOL ÖZAL - Uğur MUMCU - KİTAP TAVSİYESİ
- KUMLULAR - KİTAP TAVSİYESİ
KUMLULAR - KİTAP TAVSİYESİ Berdinazar HUDAYNAZAROV Çeviren:Ramazan ÇAKIR Tür: Roman Yayınevi: Kaynak Yayınları Basım Tarihi:2002 Sayfa Sayısı:391 Vatanının geleceği için, geride bırakılan sevdiklerine kavuşmak için, yaşamak için öldüreceksin yoksa ölürsün… Bir yanda Stalin için, Moskova için, Hitlerin askerleriyle savaşmaya giden gençlerin, geride bıraktıkları kadınlarının, erlerinden geriye kalan , erkek gücü isteyen, işlerin yapılma zorunluluğu… Bir yanda, savaşın acısını yaşayan, erkeklerini askere gönderenlerin zorunlu göç ettirilmesi; ata yurdunu bırakmak istemeyen köylüler…. Bir yanda savaşın getirdiği anadan, babadan, evlattan, kardeşten ayrılmanın sancıları, gözyaşları …. Bir yandan yokluk, açlık, kıtlık… Ya sen öleceksin ya da yaşamak için öldüreceksin. Akıcı bir dil ile yazılan. 1941 SSCB egemenliğindeki, Türkistan döneminin romanı. Kitabın arkasında da romanda geçen bazı kavramların açıklaması da bulunur. Romanımız Arap, Polonya, Lituanya, Rus, Kazak ve Özbek dillerine çevrilmiştir. Romanımız uluslararası iki ödül almıştır. KUMLULAR - KİTAP TAVSİYESİ
- BOZKIRKURDU - KİTAP TAVSİYESİ
BOZKIRKURDU - KİTAP TAVSİYESİ Hermann HESSE Çeviren: Kamuran ŞİPAL Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Tür: Roman Basım Tarihi:2003 Sayfa Sayısı:209 Kahramanımız Bay Haller’in iki ruhu vardır; biri insan diğeri kurt. Kurt yozlaşmış insanoğlunun davranışlarına, düşüncelerine, törelerine, geleneklerine karşıdır. İnsan olan ruh o yüzden bu ruha canavar demiştir. Haller aslında yaşamın acısını, cehennemini yaşayan biridir ve burjuvadan nefret eder ama gelin görün ki Halller çok eleştirdiği burjuva yaşamını yaşar. Haller belki de bu yüzden kendisini mutlu hissetmez. Romanımızın bütününe bakacak olursak: insan olmanın sorunsallığını, anlamlarını yitiren yaşamları, yeni anlam anlayışlarını, aç gözlülüğü, paranın etkisini, arkadaşlığı, sevgiliği… anlatır ve eleştirir. Haller özünde düşünmeyen, sorgulamayan insanlığa karşı kırgın ve kızgındır. Romanımızın dili ise sade, üslubu akıcıdır. Elinizden bırakamayacağınız, dönüp dönüp tekrar okumak isteyeceğiniz bir başucu romanıdır. BOZKIRKURDU - KİTAP TAVSİYESİ
- Gece Göğünün Tesellisi - KÜLLERİN ANLATTIĞI - Kitap Tavsiyesi
G ece Göğünün Tesellisi - KÜLLERİN ANLATTIĞI - Kitap Tavsiyesi Cevad KARAHASAN Çeviren: Dilman MURADOĞLU Yayınevi: İletişim Yayınları Tür: Roman Basım Tarihi:2021 Sayfa sayısı:552 Büyük Selçuklu Devleti’nin, pek kıymetli bilim adamlarından Ömer Hayyam’ı anlatan romanlardan biridir kitabımız. Romanımız Gülün Adı ve Semerkant adlı romanlarına eş başka bir roman olarak da kabul görmüştür. Romanımız Hayyam’ın yakın arkadaşının ani ölümüyle duyduğu suçluluk ve üzüntüyle başlar. Roman, taht oyunlarını, cinayetleri, mezhepleri, hastalıkları, tıbbı, yiyecek ve içecekleri 12.yüzyılın Selçuklusunda, zamanının dünyasında, okuyuculara sunar; din, adalet, devlet… sorgulamaları, farklı fikirler, felsefi düşünceler, halk anlatımı hikayeler de yine bizlere dönemi yansıtır. Romanımızın dili ağır, cümleleri uzun ve felsefi düşüncelerin olması ilk sayfalarda okuyucuyu zorlayabilir ama akıcı anlatım kitabı elinizde bıraktırmayacaktır. G ece Göğünün Tesellisi - KÜLLERİN ANLATTIĞI - Kitap Tavsiyesi
- BİRA
Bira - Tarih Tarihi milattan önceye dayanan, bugünün dünyasında bir kesimin vazgeçilmez içeceği olarak bilenen biranın Türkiye’deki tarihi sürecine baktığımızda: Türkiye’de ilk bira fabrikası Osmanlı dönemi, 1890 yılında İsviçreli Adolf ve Walter Bimonti kardeşler tarafından İstanbul’da inşa edilmiştir; Feriköy taraflarında. 1910 tarihinde Büyükdere’de kurulurken Bimonti şirketi, İzmir’de de üçüncü bira fabrikasını açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1926 yılında çıkarılan 790 numaralı İspirto ve Meşrubatı İnhisarı hakkında yayınlanan kanunun birinci maddesine göre biranın üretimi, ithali ve ülke içinde satışı devlet tekeline alınmıştır. 1928 yılında Bimonti Şirketi ile yapılan antlaşma gereği vergiler düşürüldükten sonra kalan saf gelirden %75 oranında devlete vergi verilmesi kararlaştırılmıştır. II.Dünya Savaşı sırasında Bimonti fabrikası Türkiye devleti tarafından satın alınmıştır. Bira için gerekli olan arpa ise gerek ülke içinde yetiştirilmiş gerekse de ithal alınmıştı;1936 yılında Avusturya’dan getirilen hana arpası gibi. Ya da bira fabrikası için kriling antlaşması gereği Çekoslavakya’dan 10 ton malt getirilmiştir. Atatürk Orman Çiftliği’nde bir bira fabrikası kurulmuştur. Atatürk Bira fabrikasında çalışanlar için hamam, konutlar vs tasarlanmıştır. 1350 Demokrat parti iktidarında dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar mecliste yaptığı konuşmada “Bir devlet monopolü olduğunu ve kısa bölümler halinde tasfiye edilmesinin yerinde olduğunu” ifade etmiştir. Bu kapsamda da kibrit, rakı, konyak, likör, av malzemeleri, bira inhisar alanın çıkartılarak serbest ticarete bırakılmıştır. Ayrıca, dönemin başbakanı Adnan Menderes Yozgat’da bir bira fabrikası açmak istediği söylemişti; 1955’te. 1958’de Yozgatlı siyasetçilerin de baskısıyla açılmaya karar verilmiştir ama 1960 darbesi ile rafa kaldırılmıştır bira fabrikası. Ama fabrika 1972 yılında açılmış ve 1973 yılında üretime geçecektir, hatta Cumhurbaşkanı açılış konuşmasında, Cevdet Sunay “ Sevgili Çorumlular ”diye başlamıştır konuşmasına…. 1958 yılına gelindiğinde ülkede iki bira fabrikası vardır. Bunlar Bimonti Bira ve Atatürk Orman Çiftliği bira fabrikaları Haziran 1966’da Yozgat bira fabrikası temeli atılırken diğer yanda da Demirel teşvikleriyle bira şirketleri açılır. 1966-67 Erciyas Biracılık(Efes Pilsen), Ege Biracılık ve Türk Tuborg şirketleri işe başlar. Erciyas- Ege Biracılık Türk iş adamları, Türk Tuborg ise Türk – Danimarkalı iş adamları tarafından açılmıştır. Bir de Türk-Alman ortaklı Prinz Braw markası bira üretileceğini açıklansa da sonradan iptal edilir. Temmuz 1966’da Turborg, Ağustos’ta ise Efes Pilsen1967’de piyasaya çıkmıştır. Özel şirketler tarafından piyasaya çıkarılan biralar için, belli süre sonra, Emniyet Genel Müdürü 30 Temmuz 1969’da bir genelge ile birayı alkollü içki sınıfından çıkartmış ve artık çay bahçelerinde, bakkallarda, büfelerde satılmaya başlanmıştır. Bu tarihten tam 15 yıl sonra, 1984 yılına geldiğimizde bu karardan geri dönülmüş ve artık bira satısı için ruhsat gerekli görülmüştür. Biranın alkollü içki sınıfından çıkartılması sonrasında dönemin gazetelerinde, yazarlarında bu konu köşelerine taşımıştır. Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk köşesinde “ Eskiden birayı bizim devlet yaptığı için alkollü içkiydi ve kolay bulunmazdı. Şimdi yabancı sermaye bira yapıyor, adamların kazanması lazım. Hemen bir karar ile bira alkollü içki olmaktan çıkarıldı ve şimdi yerde ibadullah…” Cumhuriyet’in bir diğer yazarı Doğan Nadi ise “ Bence bira her yerde satılsın, başka içkilerde. İsteyen istediğini içsin… ” yazısının devamında “ Bira bal gibi alkollüdür ” der. Dönemin İslamcı gazetecileri pek ses çıkarmaz, Demirel’i destekledikleri için tabi. Ama Ağustos 1969’da Bugün gazetesinde imzasız şekilde “ Türkiye’yi meyhane haline getirdiler ” yazı bulunmaktadır. Yozgat Bira Fabrikası için 1973 seçimlerinden önce MSP lideri Necmettin Erbakan “ Milli değerlerimize ters olan, biranın meşrubat sayılması kararının sonucu alkolük bir nesildir ” der ve 1969’da AP’den vekil olan ama 1973’te MSP’den aday olan Hüseyin Abbas “ İktidara gelirsek bira fabrikalarını kapatacağız. Tekelin rakı ve şarap yerine reçel ve pekmez üretmesini sağlayacağız ” der. 1974 iktidar ortağı olan MSP hükümet kurulmasında İç İşleri Bakanlığını alır ve başına da Oğuzhan Asiltürk’ü getirir. Asiltürk 11 Mart’ta bir genelge yayımlayarak biranın artık içki ruhsatıyla satılabileceğini söyler. Asiltürk bu karardan on gün sonra Karaköy Meydanındaki Gürdal Duyar’ın Güzel İstanbul Heykelini “ Türk anasını hayasızca teşhir ediyor ” diyerek kaldırmıştır. Bu kararla biranın içki olup olmamasından daha çok ilericilik-yobazlık konusu gündem olunca bira hakkında alınan karar ikinci plana itilir. 1974 Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan Asiltürk’e teşekkürünü sunar. Haziran 1979’ta Meclis kararı ile bira içkili sınıf kategorisine tekrar sokulmuştur. O dönem meclis Millet Meclisi ve Senato olmak üzere ikiye ayrılır. Bira konusunda Millet Meclisi bu kararı desteklerken bira şirketleri Senato Meclisi üzerinde etkili olur ve Senato yasanın tekrardan görüşülmesi için meclise geri yollarken 1980 darbesi olur ve konu görüşülmemek üzere kapatılır. 1982 yılına geldiğimizde Gülhane Askeri Tıp, Ankara ve Hacette Tıp Fakülteleri öğretim üyelerinin imzaladığı bir rapor ile “ Bilimsel olarak biranın alkollü içki olduğuna dair en küçük şüphe yoktur ” açıklamasını yaparlar. Ve 109 bilim insanının imzaladığı raporda biranın alkollü içki sayılması ve TRT’nin bira reklamlarını yasaklaması gerektiğini söylerler. Yeşilay 1983’te biranın zararları ile ilgili rapor bile hazırlar. Kasım 1983’te liberalizmi savunan Turgut Özal liderliğinde Türkiye iktidarını ANAP alır. ANAP’ın İslamcı Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçer bira karşıtlığını artırır. Mayıs 1984’te radyo ve televizyonda bira reklamları yasaklanır; TRT’nin 9 milyar reklam gelirinin 4 milyon lirası bira reklamlarından geliyordu. Biranın alkollü içki sayılması sonucunda bira satışı düşmüştür, ama alkollü içki tüketiminde büyük bir düşüş olmamıştır. 5 Mayıs 1986 tarihli Tercüman Gazetesinde “Biracılar Şarapçı oldu” başlıklı bir haber çıkar ve bu habere göre bira tüketimi %40 azalırken rakı, votka, cin tüketimi %15, şarap ise %116 tüketimini artırmıştır. Bu bira konusunda usta gazeteci, yazar Uğur Mumcu’da köşesine taşımış ve “ANAP’ın liberal diyerek geldiği iktidara bu karar ne kadar uygun kaçmıştır” demiştir. Bira - Tarih
- İskorbüt/Skorbüt Hastalığı
İskorbüt/Skorbüt Hastalığı - Tarih C vitamini eksikliğinden meydana gelen bir hastalıktır. Bu hastalığın göstergeleri ise kanayan-geriye çekilen diş etleri başta olmak üzere ciltte morarmalar, eklemlerde ağrı, saç dökülmesi, diş çürükleridir. Bu hastalık insanlık tarihinde en çok denizcilerde görülmüştür. Hatta gemicilerin ölüm nedenlerinin başında gelir. Denizcilerde, taze meyve ve sebze tüketemediklerinden bu hastalığa bağlı olarak ölüm çok olmuştur. Korsan saldırıları ve deniz kazalarından daha fazla cana mal olmuştur bu c vitamini eksikliği Portekizli kâşif Vasco de Gama 1497 yılında Ümit Burnu’nu dolaşırken 160 kişilik mürettebatından 100’ü iskorbüt hastalığından ölmüştür. Dönemin raporlarında gemilerin başıboş mürettebatsız dolaştığına dair bilgiler vardır. Ünlü denizci James Cook, mürettebatı bu hastalığa yakalanmasın diye tedbirler alan ilk kaptan olarak bilinir; gemilerinde üst düzey yemek hijyeni getirmiş, giyeceklerin düzenli yıkanmasını, havanın iyi olduğu zamanlarda yatakların havalanmasını, güverteyi ilaçlama kuralı getirmiş, taze sebze ve meyce ikmalini yapmış ve de lahana turşu yemeyi zorunlu tutmuştur; genellikle taze meyve sebze yoksa lahana turşusu yeme gerekliği şart koşmuştu. Karşısına çıkan her fırsatta stoklarını kaşıkotu, yabani kereviz gibi yenilecek ya da kaynatılıp içilecek bitkileri toplamak için kıyıya yanaşırdı. Kraliyet derneği en yüksek onur sembolü olan Copley altın madalyayı İskorbütü azalttığı için James Cook’a verilmiştir. Ama Cook’un mürettebatı iskorbütten ölmese de dizanteri, sıtmadan öldü, ölü sayısı çok olmasa da. 1601’de İngiltere Doğu Hint Adaları Şirketi filosu doğuya giderken yol üzerindeki Madagastar’a yanaşıp portakal-limon almıştır. Dönemin Çinli gemilerinde ise saksıda zencefil yetiştirilmiştir. Zencefil iskorbütü hafifleten bir yiyecektir. Bu bilgi Avrupa gemicilerine sonradan ulaşır. İskorbüt/Skorbüt Hastalığı - Tarih
- Karanfil - Hint cevizi - Karabiber
Karanfil - Hint cevizi - Karabiber - Tarih Bugün yemeklerimize, tatlılarımıza, ilaçlarımıza, cilt bakımlarımıza lezzet versin, şifa olsun dediğimiz bazı baharatların tarihteki önemi: Karanfil: Karanfil yağı güçlü antiseptiktir ve diş ağrısını dindirir. Ama bunun dışında MÖ.200 yıllarda Çin Hanedanlığı karanfili cariyelerine nefesleri güzel koksun diye çiğnetir. Hint cevizi: Çin’de romatizma ve mide ağrısı, Güneydoğu Asya’da dizanteri, bağırsak spazmına karşı kullanılır. Ortaçağ Avrupa’da cinsel isteği artırıcı, uykusuzluk giderici ve kara vebadan korunmak için kullanılır; Kara vebanın kendilerine bulaşmasını engellemek için insanlar küçük bir torba içinde Hint cevizi asmışlardır boyunlarına. Bu yüzden Hint cevizi pahalı olmuş ve sadece zenginlerin boyunlarında asılıdır. Muskat cevizi olarak da bilinen küçük Hint cevizi ağacı Güneydoğu Asya’ya özgü bir ağaçtır. Muskat da denilen Hint cevizinden yapılan baharat Ortaçağ’da krallar ve zenginler tarafından tatlandırıcı, tedavi edici, koruyucu olarak bilinir. Bu baharat Endonezya adalarını kaplayan Banda denizindeki adalarda büyür. Portekiz burayı sömürge haline getirmiştir. Bu dönemde Avrupa’ya kasıp kavuran kara vebanın çarelerinden biri olarak görülen muskat cevizi çok pahalıdır. Hollanda Banda adasını ele geçirir. Bu adaya 3 km yakındaki Run adası ise İngiltere sömürgesindedir. İngiltere ve Hollanda savaşları olur ve Hollanda kazanarak Breda Ant. yapılır. Bu antlaşmaya göre Hollanda’ya muskat cevizinin merkezi Run adası verilirken İngiltere ise Hollanda sömürgesi olan New Amsterdam’ı alır. Burası günümüz New York’tur. Karabiber: Portekizliler bu baharata “cennetin tahılı” derler ve ticarette iyi para kazanmanın yollarından biridir karabiber ticareti. Karanfil - Hint cevizi - Karabiber - Tarih
- Kurşun Zehirlenmesi
Kurşun Zehirlenmesi - Tarih Kurşun önemli bir element olup, araba akülerinde, mühimmat üretiminde, radyasyondan korunmak amacıyla kalkanlarda ve bazı lehimler olmak üzere çeşitli alanlarda kullanılmıştır. Bu elementin kullanımı ise Antik dönemlere kadar uzanır. Gümüş renkte, mat ve kaplama özelliği ile yumuşakça olan bu metalin Roma Devleti’nde ise acı bir tarihi vardır: Roma’nın çöküşünü bazı tarihçiler kurşun zehirlenmesine bağlamıştır. Yalnızca soylu, zengin sınıfların evlerine borularla su getirilir ve sularını da özel kaplarda içerlerdi. İşte bu su boruları ve su kapları kurşundan yapılmıştır. Ayrıca yiyecek ve içecekler kurşun kaplı kaplarda saklanıyordu. Sıradan halk ise sularını kendi taşıyıp muhafazasını ise farklı maddelerden yapılan kaplarda muhafaza ederi. Kurşun zehirlenmesi birikimli bir süreçtir; sinirlilik, baş- mide ağrıları, halsizlik, zihinsel dengesizlik, felç gibi belirtileri vardır. Roma kralı Neron’da da bu belirtiler vardır tıpkı diğer soylu Romalı’larda olduğu gibi. Kurşun Zehirlenmesi - Tarih
- Mao ZEDONG
Mao ZEDONG - Tarih 1 Ekim 1949 senesinde Çin Halk Cumhuriyeti/ÇHC kurulmuştur. Bu devlet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sonrası kurulmuş ikinci büyük komünist devlettir. SSCB ile ÇHC arasındaki dostane ilişkiler SSCB lideri Stalin’in ölümüne kadar sürmüştür. Stalin’in ölümü ile yerine geçen Genel Sekreter Nikita Kruşçev Kruşçev’in “destalinizasyon”u iki ülkenin ilişkilerine zarar vermeye başlamıştır. Kruşçev’in, Stalinistleri tasfiye etmesi, Stalin’de etki ve gücün zayıflatılması, hiyerarşik yapı ve ideolojik hakimiyetin geriletme çabası, Stali’in izlerini silme çalışmaları, iktidara egemen olan burjuvamın kendi ülkesinde istememe vs vs …. Mao, “ ABD kâğıttan bir kaplandır. ABD emperyalizmi güçlü görünür ama halkından ve kitlelerden uzak ” derken, Kruşçev karşılığında ise “ Güzel de kâğıttan kaplanın nükleer düşleri var” demiştir. Mao Zedong SSCB’deki bürokratik komünizm anlayışı yerine köylülere ve tarıma dayanan, 1966 yılında, Kültür Devrimini başlatmıştır. 1976 yılına kadar süren bu devrim Çin tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu on yıllık devrimin izlerini Chengdu kentindeki müzede görebilirsiniz. Mao yaptığı devrimin düşüncelerini Küçük Kırmızı Kitap ya da diğer bir ad ile anılan Başkan Mao’dan Seçme Sözler olan Kırmızı Kitap’ta yayımlamıştır. Çin Komünist Parti başkanı Mao, Mayıs 1966 yılında öğrencileri, gençleri ülkeyi yöneten yerel ve ulusal liderlere karşı ayaklanmaya çağırmıştır. Lise ve üniversite öğrencileri bu çağrıya kulak vermiş ve sokaklara dökülmüşlerdir. Mao’nun Kültür Devrim’in içeriğine baktığımızda eskiye dayalı kültür toplumu, gelenekleri, alışkanlıkları, fikirleri, dini-siyasi yapılanmaları; feodalizm ve burjuvaziyi hatırlatan ne varsa yakıp, yıkmak, yok etmek vardır. Kısaca toplumu yozlaştırdıklarına inandıkları eskiyi silmeye çalışmışlardır. Kütüphaneler, üniversiteler, Buda heykelleri … Örneğin bu devrimde opera, tiyatro gibi etkinlikler, eski-klasik eserler yasaklanmıştır. Basın yayın organları, eğitim, propaganda araçları, bilim, teknoloji vs vs kontrol altına alınmıştır. Sanat ve kültür alanında başlayan yasaklamalar kısa süre içinde siyasette de etkisini göstermiştir. Devrim sırasında üst düzey liderler ÇHP ulusal bürokrasi ortadan kaldırılmıştır. Mao’nun Kültür Devrimi kapitalizm etkilerini silmek için yaptığı çalışmalar ölümler, infazlar, işkenceler, kıtlıklar… getirmiştir. Eski toplumsal-kültürel-sanatsal alana dair ne varsa yerine devrimi yücelten şeyler getirilmiştir. Propaganda aracı olan posterler ile ideolojik mesajlar verilmiş. Mao tarafından seferber edilen, yönlendirilen gençler “Kızıl Muhafızlar” olarak isimlendirilmiştir. 1968 yılında Mao, “Kırsal Yol Hareketi” başlatmıştır. Bu politika gereği kentli gençler kırsal bölgelere gönderilir. Bu sayede Kültür Devrimi ideolojisi yayılmış olur. Mao, öğretmenlerden düşüncesini inceleyip köylülerden işçilerden çiftçilik ve el emeğini öğrenmelerini ister; öğrenciler okul zamanlarının büyük kısmını el işi öğrenmek için fabrika ve kırlara gider. Mao’ya karşı yerel yöneticiler de gruplar kurarak yanıt vermişlerse de başarılı olamamış ve ömürlerini ya cezaevlerinde geçirmiş ya da öldürülmüşlerdir. 1976 yılında Mao Zedong ölür ve Kültür Devrimi gücünü yavaş yavaş yitirmeye başlar. 1981 yılında devrim sırasında eylemleri dolayısıyla Mao’nun yakınındakiler yargılanmıştır. Bir Alman yazar Kızıl Muhafızlar tarafından asılan pankartların birinde şunun yazıldığını görmüştür: Eski Dünyaya Lanet Olsun. Mao ZEDONG - Tarih
- MASONLUK
MASONLUK -Tarih Masonluk gizli bir örgüt olarak bilindiğinde toplumun büyük bir kesmi tarafından şeytani, ateist, satanist gibi yapılanma olduğu söylenir. Aynı zamanda İslam ülkelerinde Siyonizmin-İsrail Devleti’nin- Yahudilerin İslama karşı bir komplosu, Avrupa ülkelerinin sömürgeciliğinde bir plan aracı olarak da görülmüştür. Masonlukta temel bilinenler ise: Dünyanın en eski ve en gizli örgütü olarak bilinen Masonluk, modern olarak 16 yüzyıl sonu ve 17 yüzyıl başlarına dayanır. Varolduğu günden itibaren komplo teorilerine konu olan, olmaya da devam eden Masonluk, taş ustalarının bir araya gelerek kurduğu bir örgüttür. Ortaçağ’da taş ustaları önemli, kıymetli olmuştur; geometri bilmeleri, matematik hesapları yapmaları, bilgileri. Hatta bu yüzden devlet ve kilise onları pek çok vergiden muaf tutmuştur. Ancak zamanla taş işçiliğindeki çalışanların azalması nedeniyle farklı meslek erbaplarını da bu örgüte kabulü başlamıştır. Bir meslek grubu olarak sürece başlayan masonluk zamanla bir fikir kulübüne dönüşmüştür. Bu kulübü fikir olarak geliştiren, ilkelerini ya da anayasasını oluşturan ise Protestan olan James Andersondur. Anderson masonluğu “ne çılgın bir Allahsızlık, ne de dinsiz bir serbest fikirlilik” olarak kabul etmiştir. Genel bilgilere göre bu fikir kulübünde ulaşılmak istenen ülkü ise orta sınıf yok, efendiler ve hizmetliler arasında kurulmuş bir dünya. Bu dünyanın merkezi Kudüs’tür. Tek dünya inşası ve Süleyman Mabedinin üçüncü defa yeniden inşa edilmesi. Ama bunun için devrimden söz edilmezken, tarih siyasetinin içinde örneklerle yer aldığını görürüz bu örgütün. Masonluğun tarihi kökenlerine inildikçe, süreç, bizi Süleyman peygamberin mabedine götürür. Orada başlamıştır masonculuk. Masonculuğun kurucusu olan bu mabedin taş ustalarının piri ise Hiram Ustadır. Süleyman peygamber hayvanlarla konuşan, rüzgarlara hakim olan, bir yerden başka bir yere hızlıca giden bir peygamberdir. Bu bilgilerin Masonların elinde olduğu ve Hiram ile işçilere aktarıldığı, onlarında yeryüzüne hakim olmak için kullanmak istemeleri olduğu söylenmiştir. Yani doğaya, zihinlere ve ruhlara hakim olma isteği. Masonlukta tek bir din, inanç anlayışı yoktur. Farklı din, inanç, mezheplere mensup masonlar vardır ve masonlukta yüce bir varlığa inanırlar, bu varlığı “Evrenin Ulu Mimarı”olarak adlandırılmıştır. Bu örgütte tanrısal bir yapılanma var, ama bu yapılanma sadece kutsal kitapların tanrısı gibi değil. Betimlemesi ise üçgen içinde bir göz;Üçgen üç sayısının sembolüdür. Evren üç unsurun karışımından meydana gelmiştir, doğum, hayat ve ölüm. Göz ise dünyayı izler ve evrenin ulu mimarıdır. Masonluğun bugün her ülkede, her ulusun kendilerine has locası olsa da bunların temel ortak felsefi yaklaşımları, ortak ülküleri vardır; Evrensel insanlık, hoşgörü, bireysel özgürlük, ahlaki sorumluluk; akıl, bilim, bilgi kullanarak kendini geliştirme vardır. Dinsel bir kardeşlik bağı ile barışçıl bir biçimde birleşme çabası. İngiltere’de dünyanın ilk büyük locası kurulur ve üstatları kraliyet aileleri, soylular, lordlar oluşturmuştur. 1725 İrlanda, 1736 İskoçya locası kurulurken Kuzey Amerika’ya da ihraç edilir. Antik Mısır mimarı, şairi, doktoru olan İmmohatep’in de basamaklı piramidi yapması onun da bir mason olduğunu düşündürmüştür. İmhotep ayrıca firavun ailesine mensup olmadığı halde tanrı olarak kabul edilen ilk ve son kişi olmuştur ayrıca. Amerika’yı inşa edenler de masondur. Masonluğun simgelerine göre inşa edilmiştir. Washington DC. en büyük mason şehridir. Ve bu şehirde masonluğa dair şifre ve semboller vardır; Washington Sarayı, Kongre Binası, Washington anıtı, Beyaz Saray … şehir masonluğun gelenek ve şifreleri ile doludur. Hatta Amerikan Kongresi Binası Süleyman Tapınağının benzeri olduğunu söyleyenlerde vardır. Ayrıca Amerika’daki masonluk şifreleri çözüldüğünde büyük bir hazineye de kavuşulacağı da söylenir. Masonlukta siyasal akımlara, oluşumlara, yönetimlere karşı çıkma yoktur. Bir devrim değildir ve içinde tek bir ideoloji barındırmaz özünde, ama süreç içinde incelediğinde, yazılanlara, söylenenlere bakılırsa siyasi içinde yer alan masonlar da var. Örneğin Çar I.Aleksander 1822’de Masonluğu yasaklasa da, bir iddiaya göre 1870’lerde Mason olan Rus Çar’ının, yine aynı locaya mensup olan İstanbul Rum Patriğini etkileyerek, Panslavist politikasını Ortodoks Arnavutları din yoluyla etkilemek için kullandığı söylenmiştir. 1858’de İran’da ilk Mason locasını kuran Malkom Han’ın cumhuriyetçiliği savunduğu iddiasıyla locası kapatılmış, kendisi de sürülmüştür. I.Mahmut bir fermanla mason localarını kapatır; Katolik Fransa ile ilişkileri kapsamında Fransız Masonları Fransız İhtilalinde etkili olmuşlardır. Masonlukta Kudüs’ü korumak adına Malta Şövalyeleri, Tapınakçılar gibi teşkilatlanmaları da olduğu söylenmiştir. 13.Papa masonluğun kilise ve din için en büyük tehlike der. 1 738 papa 12.Clerment masanluğu din dışı ilan eder. Çarlık Rusyası’nda yasaklanan masonluk, komünizm yönetiminde ise burjuva kapitalizmi denilerek yasaklanmıştır. Masonluğun kendine özgü simgeleri, sembolleri vardır. Bunlardan en bilineni pergel, gönye. Bunun dışında kükreyen bir aslan, mala, çekiç, Davut yıldızı, Süleyman’ın mührü ve G harfi. Masonluk örgütüne üye olmak ise çeşitli ritüellerden geçerek olur. Herkes mason olmaz ve sadece masonluk erkeklere özgüdür ve mesleğinde de başarılı olması lazımdır. Mason olmada çırak, kalfa ve usta/üstat şeklinde aşamalı bir süreç izlenir ve 33.derecede son bulur. Diğer bir anlatımla da mason olmada 33 derece vardır. Bu derecelerin 27 dereceye kadar olanında herkes olabilir ama 27 dereceden sonrası derin sırlar içerdiğinde herkes bu dereceye ulaşamaz. Üye inandığı inanıcın kutsalı neyse onun üzerinde yemin ederek, geleneklere,esaslara uyacağına yemin eder. Masonluk İskoç ve York olmak üzere iki kola ayrılır. York kolu Anglo-Saksonludur. İngiltere krallığında, Amerika, Kanada, Hindistan, Afrika, Kuzey Avrupa’da etkindir. İskoç kolu ise Fransa olup, daha çok da seküler ve siyasi olarak bilinir. Macaristan, Portekiz, İspanya, Ortadoğu, Latin Amerikaya yayılmışlardır. Masonluğun Türkiye tarihinde ise: 18.yüzyılda ilk karşımıza çıkan Masonluk Avrupalılar getirmiştir. İstanbul, İzmir, Halep gibi ticari siyasi merkezlerde faaliyet göstermiştir. Yirmi sekizinci Çelebizade Mehmet Sait Paşa ile İbrahim Müteferrika’nın ilk Osmanlı masonlardan olduğu söylenir. 1853-56 Kırım Savaşı sonrası İstanbul’da her elçi bir loca kurmuştur. 1857 İngiliz elçisi Bolwer’in Bulwar Locası 1859 Fransız elçisi Union D ‘orient locası derken Almanya, Yunan, İtalya, Ermeni İran locaları kurulur. Osmanlı’nın da bu konuda ilgilenmesi 1860 sonrası olur. Artık her ülke kendi locasını kurmuştur. Bazen politika dışı olsa da bazen politikanın içinde olmuşlardır. Yeni Osmanlılar, İslam dünyasında yenileşmeyi savunan bazı kişiler masonlar arasına katılır; Namık Kemal, Ali Suavi gibi. 1909 yılına kadar Osmanlı topraklarında toplam 45 loca kurulmuştur. Osmanlının ilk mason sultanı ise V.Murat’tır.90 gün tahta kaldıktan sonra yerine geçen II.Abdülhamit dönemi ise var olan localara ek Selanik’te İtalyan, İspanyol, Fransız; Yanya ve Serez’de Yunan; Kayseri ve Ankara’da İtalyan obediyanslı localar kurulmuştur. II.Abdulhamit masonların çoğunun iş adamları olduğunu ve politikadan çekindiklerini bildiğinden izlenmek koşuluyla devam ettirildi.Orhan Koloğlu Abdulhamit’in masonluğa karşı olduğunu, ama onların politik eyleme gitmedikçe bu karşıtlığını ortaya koymamıştır der. İttihatçılar bağımsız bir loca kurmuşlardır; İskoç ritine bağlı olarak. Ancak 1913 yılında Enver Paşa liderliğinde mason olmayan İttihatçılar iktidara sahip olurken masonlar bu dönemde sosyal faaliyetlere yönelmişlerdir. Örneğin Himaye-i Eftal Cemiyeti gibi. İttihat ve Terakki 1918 yılında Birinci Dünya Savaşından yenik çıkınca ülkeyi terk edince Türk mason derneği olan Türkiye Büyük Doğusunun başına Rıza Tevfik geçmiştir. Türk Teali Cemiyeti de bir masondur. Atatürk dönemi Türkiye Cumhuriyeti’nde ise 1930’larde localar kapatılmış ve mal varlıkları da Halkevlerine devredilmiştir. Bu dönem sadece localar değil diğer sivil toplum kuruluşları da kapatılarak Halkevleri bünyesine katılır. 1948 yılında Türkiye’de masonluk tekrar canlanır ve 1951 yılında meclise verilen mason localarının kapatılması teklifi reddedilir. Şubat 1948’de Türkiye Mason Derneği belgeleri İstanbul Valiliğine verilerek kurulur. Aralık 1956’da bağımsız büyük bir loca kurulması kararı ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası kurulmuştur. 2023 tarihi itibari ise bu loca bünyesinde 269 loca kurulmuştur. MASONLUK -Tarih
- SEMBOLİK SAAT
SEMBOLİK SAAT - Tarih Kıyamet Saati olarak da bilinen saat, dünyadaki nükleer silahlarla ilgili gelişmelere göre saatin yer kovanı ileri ya da geri alınır ; Gece yarısına ayarlanır. Saat, 1947 yılında Martyl Longsdorf tarafından tasarlanır; Saat,Bulletin of the Atomic Scientists/Atom Bilimciler Bülteni dergisinin ilk sayısının kapağı olarak yapılmışsa da zamanla insanlığa, insanlığın yok olma tehlikesini hatırlatmak için her yıl Ocak ayında güncelleştirerek devam ettirilmiştir. Saat ilk yapıldığında 11.53’ü gösteriyordu. Küresel gelişmelere bağlı olarak kollar birbirine ya yaklaştırılır ya da uzaklaştırılır. Saatin kollarının ilk hareket ettirilmesi 1949 yılında SSCB’nin atom bombasını denemesiyle başlamıştır. Saat kollarının birbirinden uzaklaşması ise SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla olmuştur. ABD-SSCB arası telefon hatlarının kurulması ile 1963’te saat gece yarısından 12 dk uzaklığa gitmiştir. 2021-2022 yıllarında saatin ibreleri hareket etmemiştir. Bilinen en yeni ayar Ukrayna ve Gazze’deki savaş, ABD başkanlığına yeniden seçilen Donald Trump’ın göreve gelmesi, yapay zekânın gelişmesi nedeniyle Ocak 2025’te güncellenir; zamanın sonuna 89 saniye kalarak; gece yarısına hiç bu kadar yakın olmamıştı. Kıyamet saati metafor bir saattir. Yani görünen bir fiziksel saat değildir. Dergi eldeki istatistiklerden yola çıkarak, hesaplar yaparak saatte güncellemeler yapar. Saat, nükleer silahlardan sonra biyolojik silahlar, askeri faaliyetler, yapay zeka, iklim krizi gibi insan eliyle yol olabilecek küresel olayların seyrine göre de güncellenir. Chicago Üniversitesi Bulletin of the Atomiz Scientists dergisinin yönetici kadrosu tarafından saat belirlenir ve gece yarısına 7 dk gösterir. SEMBOLİK SAAT - Tarih
- Kırk Yedi'liler - Kitap Tavsiyesi
Kırk Yedi'liler - Kitap Tavsiyesi Füruzan Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Tür: Roman Basım Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı:518 Türkiye’nin yakın tarihindeki, karanlık dönemlerinden biri olan, 12 Mart dönemi gençlerinin, tutuklanıp, sorgu odalarında maruz bırakıldığı psikolojik ve fiziksel şiddeti, işkenceyi anlatan romanlardan biridir Kırk Yedi’liler. Bu gençler, dönemin hükümetlerin resmi ideolojisiyle uzlaşmayan, ortalama 47 doğumlulardır. Bu yüzden romanın adı Kırk Yedi’liler’dir. Romanımız, 12 Mart zamanının sorgu odalarında yaşananları anlatırken, bir yandan da dönemin toplumsal sınıflarının arasındaki ekonomi- sosyal- kültürel farklılıkları, eşitsizlikleri kahramanlar aracılığıyla gösterir. Bunun yanı sıra genç Cumhuriyetin devrimlerinin, toplumsal algılarını, sancılarını bunların taşraya nasıl yansıdığı; yaşatılıp yaşatılmadığını, aydınlar ve sıradan halk üzerinden anlatmaya çalışmıştır. Yazarımız, başkahramanın çocukluğunun geçtiği Erzurum’u ayrıca Kars yöresindeki hayatın her alanındaki zorluklarını; bu yörelerdeki soğuğu, yoksulluğu, yaşamı sağlayan hayvanların insan hayatından neden daha önemli görüldüğünü, erkek- kadın ve çocuklara bakışları, sıradan bir köylü çocuğu ile memur çocuğu arasındaki eşitsizliği, farklılıkları, şehirlinin köylüye köylünün de şehirliye bakışını, Rus- Bolşevik denince yaşanılan duygular, akla gelen düşünceler, Kafkasya’dan gelen göçerler… gibi daha pek çok yaşama dair ayrıntıların, o yörelerin dilini de kullanarak akıcı bir üslup, yalın anlatımla, o dönemi başarılı bir tasvirle sunmuştur, bizlere. Bir dönem romanı olan romanımız, yakın tarihe ilgi duyanlar, merak edenler tarafından bir solukta okunacak romanlardan biridir. **Romanımız yazarın ilk romanı olup ayrıca 1975’te Türk Dil Kurumu tarafından Roman Ödülünü almıştır. Kitaptan alıntılar: -Gürültü istemiyorum. Düşüncelerim bile süzülür gibi gelişsin. Kulak zarlarımı delen elektriğin arasız akımını anca böyle yenerim. -Seçilecek meslek dalı konusunda bizim gruptaki gençler için öğretmenlik en güzeliydi. Gazi: ‘Ey Türk Gençliği, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ Öğretmenlik amaç. Her şey öylesine ak bir kağıt lekesizliği taşıyordu ki, biliyorsunuz Saide abla alaturka müzikten nefret etmekle ilerici sayılmanın eş anlam taşıdığı dönemden geçiyorduk. -Ağabeyim kahveden döndü ‘Yeni bir bayram daha oluyor Haydar’ dedi ‘Neymiş ki ne bayramıymış ağam’ dedim ‘Asker Paşaları gelmiş yeniden Ankara’ya. Radyo öyle konuştu’ İşte ben 27 Mayıs’ı böyle öğrendim. Unutmamız gereken şu, insanlar sınırları zorlamalı, değiştirmeyi bilirler. 27 Mayıs Anayasasının önemi eytişimsel açıdan yadsınamaz. Biz 47’lilerin köy kökenlerine gelince, 61 Anayasasının verdikleri olanakları canımız pahası anca şehre okumaya varıp da araştırabilenlerdeniz. … Geldiğimiz yörenin bırakılmışlığını kanımızla yaşamışlardan biriyiz. Olanaklarımız yaratmak bize özgü paralayıcılıktan, ataklıktan bekleniyor. Ben bunları başarabilmiş olanların kaçta kaçıyım, düşünmek hesaba vurmak zor. Ben, emek-değer ilişkilerini bu kadar açıkça değil de en kabasından bileydim, sanırım on yaşında bile dağ bayır demez avaz avaz bağırırdım…. Kırk Yedi'liler