top of page

OSMANLI DEVLETİ’NDE GİYİM KUŞAM -Tarih

  • Yazarın fotoğrafı: Umay
    Umay
  • 26 Haz
  • 9 dakikada okunur

OSMANLI DEVLETİ’NDE GİYİM KUŞAM -Tarih


Giyim kuşam ilk insanlarla birlikte tarih sahnesinde varolmuş, değerli eşyalarımızdan biridir. İlk insanlar doğanın sert yüzüne karşı bedenleri koruyabilmek için kıyafetler üretmiştir. Zaman içerisinde de kıyafetler hem doğaya karşı alınan önlemlerden biri olmaya devam ederken hem de maddiyatın, mensup olduğun sınıfın, mesleğin, şıklığın göstergelerinden biri olmuştur.

Osmanlı İmparatoru’ndaki kılık-kıyafeti anlamak istiyorsak, öncelikle Osmanlı toplumsal yapısını, dinini, kültürünü ve coğrafyasını bilmek lazımdır. Osmanlı imparatorluğu bir İslam devletidir. Osmanlı tebaası da Müslim ve gayrimüslim olarak ikiye ayrılarak, Millet Sistemi’ne göre toplum yapılanmıştır; gayrimüslim dini cemaatlerin kendi hukuk sistemini uyguladığı bir idari ve hukuki yapıdır.

ree

Osmanlı İmparatorluğu’nda hukuk olup Şer-i ve Örfi olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Şer’i hukuk İslam kaynaklarından olan Kuran ve Sünnet’e göre oluşturulmuşken, örfi hukuk ise padişahın irade ve fermanlarından oluşmuştur.

Bütün bunlar göz önünde tutularak İslam devletlerinde,Müslim ve gayrimüslim halka, başta kıyafet olmak üzere mesken ve davranış biçimlerine göre düzenlemeler getirilmiştir. Osmanlı’da kıyafet konusuna girmeden önce İslam devletlerinden örnekler vererek bu konudaki düzenlemelerden bahsedelim.

Hz. Muhammet zamanında gayrimüslimler,” zimmi” statüsüne sahip olmuşlardır. Ancak gayrimüslimlere yönelik giyim, mesken ve davranışlara göre yasakların olduğuna dair yazarlar bir şey bulamamıştır. Bununla beraber “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır” hadisi ve bunun gibi hadisler öne sürülerek peygamber döneminde Müslümanların farklı giyinmesine yönelik yaklaşımın olduğunu savunan yazarlar vardır.

Emevi Devleti halifesi II.Ömer, döneminde Müslümanların, taklit edilmemesi konusunda yasaklar koyulmuştur. Abbasi Halifesi Harun Reşid’de kıyafet konusunda Müslim ve gayrimüslimlerin farklı olmasını emretmiştir.  Diğer bir Abbasi halifesi Mütevkkil döneminde farklılık konusunda, ne giyilip giyilmeyeceği konusundan kesin emirler verirken, gayrimüslim kıyafetlerinde sarı renk şartı konulmuştur. Beyaz başlıklar Müslümanlara, yeşil başlıklar ise Müslümanlar arasındaki seyitlere mahsus olmuştur. Musevilere sarı, Hıristiyanlara mavi, kırmızı ise Musevi mezhebinden Samirilere zorunlu kılınmıştır.

Büyük Selçuklu yönetimde ise kaynaklar, düzenlemelere yönelik ısrarcı bir tutumun olmadığını söyler. Abbasi veziri Ebu Şüca, gayrimüslimlere ayırt edici kıyafetleri zorunlu kıldığı için Melikşah ve Nizamımülk tarafından azledilmiştir.

Anadolu Selçuklularında kısıtlamaya dair bir şey bulunmazken, Moğolların Anadolu’yu işgal ettikten sonra Anadolu Umumi Valisi Timurtaş, gayrimüslimlere bazı kıyafet yasakları getirmiştir.

İbn-i Batuta Denizli’de Rum erkeklerinin, beyaz ve kırmızı renkteki uzun külahlarını ve kadınların başlarına doladıkları büyük salgıları anlatmıştır. Antalya’da duvarlarla çevrili cemaat mahallerinden bahsetmektedir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osmanlı, bir İslam devleti olduğundan toplum düzenlemeleri de buna göre olmuştur. Örneğin şehirlerde mahalleler dine göre inşa edilecek; Müslüman mahallesi ile Hıristiyan mahallesi gibi. Müslüman şehirlerde kilise inşa edilmeyecek, tamir edilmeyecek( ola ki ederse para cezası, mabedin yıkılması gibi cezalar verilir) Gayrimüslimler, dini ritüellerini toplum içerisinde açıkça gerçekleştirilmeyecek, haç ve dini kitaplar sergilenmeyecek. Ata binerken eyer takılmayacak, silah taşınmayacak, mezarları farklı olacak, Müslümanların kıyafetleri taklit edilmeyecek… gibi.


ree

Osmanlı yöneticileri öncelikle fethettikleri bölgedeki kiliseleri şeriata göre belirlemiş ve istisnalar hariç yeni bir kilise inşasına izin vermemişlerdir. Ayrıca gayrimüslimlerin köle sahibi olmaları, Müslüman mahallerinde oturmaları şeriata göre belirlenerek kısıtlamalar getirilmiştir.

Kıyafet yasaklarına dair kısıtlamalar Osmanlı’nın erken döneminden itibaren varolmuştur. Ama 17.ve18.yüzyıllardaki bu konuda fermanların daha sık çıktığını görürüz.

Saray erkanına geldiğimizde ise, II. Mehmet’ten önce padişahların divan üyelerinden zorlukla ayırırken, II.Mehmet devlet erkanının giyim kuşamını Kanunnamelerle belirli şartlar altında belirlemiştir.

Osmanlı’da gayrimüslimler ata binemez, ipekli kumaşlar,samur,  kürkler giyemez, yolda yürürken bir Müslümanla karşılarsa ona yol vermeli, Müslüman evlerinden yüksek evler inşa edilmemelidir.

III.Murad dönemin Rumeli Kazaskerliğine tayin edilen Abdulkerim Efendi, gayrimüslimlere şapka giyme zorunluluğunun koyulmasını ve renklerin belirlenmesinde önemli olmuştur.

ree

1574 yılında Osmanlı topraklarında olan H.U.Krafft, “Hıristiyanların yapması gerektiği gibi” kırmızı ve mavi çizgileri olan başlığı taktığını ve bu başlığın Ermeniler tarafından takıldığını yazmıştır.

Yine bir başka fermanda şunu okuruz:  1580 yılının Mayıs ayında çıkarılan bir düzenleme ile Yahudilerin kırmızı, Hıristiyanların ise siyah serpuşlar takması zorunlu tutulmuştur. Müslümanlar sarı ayakkabı,Yahudiler ise siyah ayakkabı giymek zorundadır.

Osmanlı’da renklerdeki farklılık sadece Yahudi, Hıristiyan, Müslüman olarak dine özgü kılınmamış, Musevi, Ermeni, Rum gibi milletlerine göre de ayarlanmıştır.

Gayrimüslimlerin kıyafetleri incelediğinde gök mavi, mora çalan koyu mavi, kül rengi/gri, siyah, kırmızı,  Müslümanlara has olan beyaz tülbent ve seyitlere- şeriflere atfedilen yeşil sarık zimmîlere yasaktır. Ayrıca gayrimüslim kadınlar peçe takamazken, erkekler de sarık takamaz, onun yerine kalpak, şapka takarlar ve şapkalarının etraflarını da bir tülbentle sarıp sarık hailen getiremezler.

ree

Sarık yasağı III. Murat dönemi getirilmiştir. Hocası Vakurzadenin etkisiyle. Daha önce her cemattin kendisine has sarık renkleri vardı. Müslümanlar beyaz, Ortodokslar gök mavi, Ermeniler alaca, Yahudiler ise sarı renkte sarık takarlardı.

Renkler konusunda farklı tarihlerde farklı kararlar alınmıştır; 1568 yılındaki fermanda, zimmîlerin mavi kıyafet giyip, yarı pembe kuşak bağlamalarından ve siyah ayakkabı giymelerinden bahsedir. 1759 tarihli fermanda zimmîlerin, mavi ve mor çuhalar giymesi gerektiği; 1598 fermana göre de Ermeniler başlarına karışık renkli kuşaklar bağlayıp, içlerine giydikleri siyah, ayakkabıları da mavi olacaktır. Yahudiler ise mavi ve siyah feraceler giyecek, içlerine giydikleri dolamalarda siyah ve mavi olacaktır. 1582 fermanda, Yahudilerin kırmızı şapka, Hıristiyanların siyah şapka giymeleri gerektiği belirtilmektedir.

Durand de Fontmagne, giyim kuşamın sosyal hayatındaki etkisini söyle ifade etmiştir: Şarkta bir kadının, hangi milletten olduğunu anlamak için yüzüne örtü örtüp örtmediğine bakmak yetiyor. Rumlar ile Frenklerin yüzleri açık, Yahudilerle Ermenilerin yarısı örtülü, Türkler ise yalnızca gözlerini açıkta bırakıyor.

Kıyafet konusundaki bu farklılıklar kumaşların kalitesinde de kendisini göstermektedir. Kumaşlar arasında bir hiyerarşi vardı. Gayrimüslimler alt kademelerde bulunan kumaşları kullanmak zorundadır. Ayakkabılar da yine bir farklılık muhakkak olmalıydı.

Kumaşların cinsi ait olunan millete, dine göre belirlenmiştir. Örneğin ipek kumaşları Müslümanlar giyebilirken, samur da sadece Müslümanlara ait bir şeydi. Fakat ekonomin giderek bozulması üzerine hem ithalatı azaltıp, yerli bir ekonomi oluşturmak, hem de sosyal bir mesele haline gelmemesi için bazı kumaşlara da yasak getirilmiştir. Örneğin Hint ve Acem şallarının pahalılığı nedeniyle gündeme gelmiştir. İstanbul’da oluşan kalyoncu modası ile işsiz güçsüz gençler bile başlarına pahalı şallardan sarıklar sarmaya başlayınca II.Mahmut , kalyoncular dışındakilerin şal sarmasını yasaklamıştır.

I.Abdulhamit 1776 yılında yayınladığı elbise nizamnamesinde lüks kumaş tüketiminin yarattığı ekonomik darlığı belirtmiş. Ayrıca, ulema mensupları ve vezirlere mahsus çiçekli kaftanlar, değerli kürk, entari, şal ve benzeri giysilerin kullanılması devlet ricalini rahatsız etmiştir. Giysilerin amaçlarından saptırılarak lüks ve gösteriş içinde tüketilmesi devlet elitleri için bir meydan okuma olarak algılanmıştır.

Cezalara gelirsek, para cezası, falakaya yatırma cezası verilir genelde.

ree

26 Şubat 1556 tarihli bir fermanda kafir suretine girip, şapka ve kafir libasıyla hırsızlık yapan suçluların siyaset cezasına çarptırıldıklarını belirtir.

Saray içinde olan gayrimüslimler, bizzat padişah tarafından imtiyazlı olduklarından bu yasaklardan muaf tutulmuştur. Örneğin, II. Mehmet’in doktoru Yahudi Hekim Yakub ve Sultan Süleyman’ın doktoru Moses Homon gibi. Hekim Etibbadan Mosi veled-i Nesime, Sultan Ahmet tarafından imtiyaz verilir ve ata biner,  samur başlık takar. Fakat halk bunu görünce fermanla kadıya imtiyaz verildiği söylenmiştir.

Başta kıyafet olmak üzere, mesken ve davranışlardaki Müslim- gayrimüslim farkını anlamanın yolu şeraitin, gayrimüslimin zimmî canını, malını, ırzını garanti altına alırken, Müslümanların ehl-i kitaptan daha üstün konumda olması gerektiğini söylediği için bu tür düzenlemelere, ayrımlara gidildiği söylenmiştir.

Lale Devriyle birlikte Osmanlı yüzünü Batıya dönmeye başlarken, Müslüman kadınlar da geleneksel giyim kurallarını gevşetmeye başlamışlardır. Sultan III.Ahmet, İstanbul kadısı, Yeniçeri Ağası ve hassa bostanbaşıya gönderdiği hükümde: yaramaz kadınların halkı baştan çıkarmak amacıyla sokaklarda süslü püslü gezdikleri, libaslarında çeşit çeşit bidatler göstermeğe, gayrimüslim kadınlara özenerek serpuşlarına değişik şekiller uygulamaya başladıkları ve bunların iffetli kadınları baştan çıkaracak dereceye ulaştığı, hatta kocalarından böyle giysiler isteyerek aile içinde huzursuzluk yaşamaları, maddi gücü olmayanların ya da gücü yettiği halde eşlerinin o şekilde giyinmelerine istemeyenler boşanmanın eşiğine geldiğinden bu tür garip giysiler kesinlikle yasaklanmıştır.

1751 tarihinde ise hassa bostanbaşına gönderilen bir fermanda: Baharın gelmesiyle kadınların bazılarının gezme bahanesiyle Üsküdar’dan Kısıklı, Burgurlu, Çamlıca ve Merdivenköy, bazılarının da Beykoz’dan …… denilen yerlere arabalarla gittikleri ve buralarda açık seçik dolaştıkları, çeşitli rezalet çıkardıkları öğrenildiği; bundan böyle kadınların arabalarla buralara gitmelerinin yasaklandığı, giden kadınlar ve onları götüren arabacıların şiddetle cezalandırılacağını bildirilmiştir.

1783 tarihli bir fermanda da, askeri sınıfa mensup kişilerin giydiği kıyafetlerin artan sıklıkla esnaf ve diğer kimseler tarafından kullanılmasına izin verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

Tanzimat dönemiyle birlikte kadınların gündelik yaşamı hemen hemen her alanda değiştiği görülmüştür. Batıdan gelen değişim, kumaşlardan dikilen kıyafetlere ve bu kıyafetlerin tamamlayıcısı olarak takılara, süslere dek görülmekteydi. Bu dönüşümün yaşandığı zamanlarda, İstanbul’a gelen Batılı ziyaretçiler kadınları ikiye ayırmışlardır; birincisi ince ve renkli peçelerle değişimi hissettiren kadınlar, ikincisi kapkara çarşaflar içinde gözleri bile görünmeyen, yani değişimi yansıtmayan kadınlar.

Tanzimat ile birlikte özelikle feracelerde renkler artmaya başlamıştır. Sade olan feraceler artık taş ve kurdelelerle şekillenmeye başlamıştır. Ayrıca kadınlara mahsus özel dergiler, gazeteler çıkarılmıştır. Amaç ise onların her alanda gelişmelerini sağlamaktı.

II.Mahmut dönemi, kadınlar sarı, pembe ve benzer renklerden ayrı ferace giyemeyeceği ilan edilmiştir. Ayrıca bu dönem kürk giyilmesi de yasaklanmıştır.

ree

Sadece yasak getirilen gayrimüslim halk olmamıştır, Müslümanlara da kıyafet, kumaş konusunda yasaklar getirilmiş, uyarılmıştır. Bunun da sebebi başta ekonomi olmak üzere kıyafet üzerinden hiyerarşiyi muhafaza etmek ve israfı, savurganlığı önlemek.

1789 yılında kadınlar artık şemsiye taşımayacaklarıdır, zira şemsiye kadın taşıyan kadın görüntüsü gayrimüslimlere benzerlik göstermektedir diye bir ferman yayınlanmıştır.

 III.Selim zamanında İstanbul’da kadınların iç gösteren ince kumaşlardan dikilen feracelerle dolaşması yasaklanmış ve bu tarz ince kumaşları dükkanlarında bulunduran terzilerin de dükkanlarının kapılarına asılacağı durulmuştur.

1835’te çıkan bir yasağa göre de kadınların saraydaki kadınlara özenerek büyük yüksek yaşmaklar takmaları yasaklanmıştır.

Osmanlıda kadınlar entari, şalvar,-gömlek ve etek ceket olmak üzere giyinirlerdi. Sokağa çıktıklarında üzerilerine ferace alırlardı. 1889’da II.Abdülhamit döneminde yasaklanınca yerini çarşaf almıştır.Ancak hem güvenlik hem de yas tutan Hıristiyan kadınlara benzediği için çarşafta 1892 yılında yine II.Abdülhamit tarafından yasaklanmıştır.

ree

II. Meşrutiyetle bilirlikte gecelik entarisi ile sokağa çıkmak yasaklanmıştır. Sebebi ise erkeklerin bu şekilde kahvelerde oturarak hoş görüntü oluşturmaması.

ree

Kılık kıyafet düzenlemelerinin,  mensup olunan millete göre oluşturulması düzeninin ortadan kalkışı II. Mahmut döneminde olmuştur. Devlet memurlarının makam, mevkisi ne olursa olsun fes giyme zorunluluğu getirimiştir. 1829 yılında,  cemaatlerin kendilerine has olan kıyafetlerine son verilerek toplumda homojenlik oluşturulmaya çalışılsa da bu, toplumda özellikle Müslüman halkta bir direnişe götürmüştür. II.Mahmut devlet seçkinlerinin kıyafetlerini tek tipleştirerek statü verme tekelini güçlendirmek için rütbe ve hiyerarşi kurmanın bir aracı olarak yalnızca kendisinin verebileceği madalyalar ve nişanlar da yaratmaya başladı. Sultan II.Mahmut, Müslim ve gayrimüslim arasındaki görünür ayrımları ortadan kaldırarak

birbirlerinden ayıran işaretler olmaksızın devlet içinde yeni bir seçkinlerin oluşumunu başlatmıştır.

II.Mahmut siyasi rejim oluşturmak için giyim yasası aracılığıyla Müslüman ve gayrimüslimlere “vatandaşlık” sunmuştur. Örneğin artık sadece fes giyme, pantolon, ceket giyme zorunluluğu gibi...

ree
ree

 Müslüman kadınların kıyafetlerinde değişim rüzgârı ise devletin yüzünü siyasi ve yönetim olarak batıya dönemsiyle olmuştur. Müslüman kadınlar Batılı kadınların giyim kuşamlarını kendilerine örnek alırken, onlar gibi bir hayat tarzı ve zevki benimsemişlerdir. Bu süreç içerisinde de devlet sık sık uyarılarda bulunarak değişimin önünü kapamaya çalışsa da başarılı olduğu söylenemez.

Tarihsel süreçte baktığımızda dünyanın her yerinde kıyafet yasaları aracılığıyla devlet yöneticileri, idari, askeri, dini ve halk arasında, toplumsal cinsiyet, siyasi ve sosyal ilişkiler kurulmuştur. Ayrıca devlet, tebaasını kontrol altında tutma yollarından biridir kıyafet yasaları.

 


Cumhuriyet’in İlanı Sonrası İse:

Kılık kıyafet konusu cumhuriyet’in ilanı sonrası tartışılan konulardan biri olmuştur.  Bu dönemdeki kılık kıyafet düzenlenmelerinin amacı ise Türk milletine çağdaş bir görünüm kazandırmaktı.

25 Kasım 1925 Şapka Kanunu ile vekiller ve meclis çalışanlarının şapka giymesi zorunlu hale getirilmiştir.  1934 Bazı kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun ile dini kıyafetlerin sadece din adamları tarafından ibadethanelerde giyilmesi kararlaştırılmış; her dinin en yüksek din mevkisindeki kişi hariç dini kıyafetler ile kamuya açık alanlarda dolaşılması yasaklanmıştır.

1925-34 yılları arasında kılık kıyafet konusunda bir takım dönüşümler yaşanırken, bu dönüşümlerde erkekleri ilgilendiren kararlarda kesinlik varken, kadınlar ile ilgili kararlarda daha temkinli bir tutum sergilenmiştir.

ree

Kadın giyim kuşamlarına bakıldığında ilk olarak gözümüze çarpan gelişmelerden biri, öğretmenlerin derslere yüzlerini örterek peçe ile girmelerine yasak getirilmesi olmuştur.  Çok bir vakit almadan da çarşaf yasak edilmiştir. Ancak çarşafla ilgili genel bir yasaklama olmamış, ama yerel belediyelerde yasaklamalar başlamıştır. Bu konuda çarşafı ilk yasaklayan belediye Mersin Belediyesi olmuştur. Trabzon, Rize, Adan, Ordu, Konya, Tarsus, Muğla, Sinop, Yozgat, Afyon, Biga,, Aydın, Antalya, Maraş, Mardin belediyeleri bu yasağı uygulamıştır.

Yerel yönetimlerin desteği, basının ilgi göstermesi ve halkevlerinin desteği de kılık kıyafet düzenlenmelerinin benimsenmesinde önemli olmuştur. 25 Mayıs 1934 Vakit Gazetesi, yasağın ekonomik boyutlarına değinmiş ve yoksul kadınlara manto dikilmesi için hayırseverler ve Halkevlerinin maddi destek arayacağını belirtmiştir.

Yerel yönetimlerden biri olan Adana’da ise alınan bir kararla sokaklarda karadon giyilmesi yasaklanmıştır.

Çarşaf ve peçe kullanımın yasaklarının belediyelerce uygulanmasının bir nedeni de genel seçimlerdir.  1930 seçimlerinde çarşaf ve peçe kullandıkları için yüzleri tanınmayan kadınların oy kullandıkları iddia ediliyordu. Ayrıca, bazı erkeklerin de çarşaf ve peçe kullanarak fazla oy kullanıldığı çıkan haberler arasındaydı.

Kadınların örtünmesi ile ilgili bir yasal düzenleme yoktu ve yerel yönetimler bu konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardı. 1935 İç İşleri Bakanı Şükrü KAYA, kurultayda söyle bir konuşma yapmıştı: çarşaf ve peçenin kaldırılması işini kadınların zevklerine, kocalarının, babalarının zihniyetlerindeki ilerlemeye mi bırakmalı? Yoksa yüzkarası gibi görünen bu kılıktan onları çıkarmalı mıdır? Sorusunu yöneltmiştir.

1956 yılında Demokrat Parti Zonguldak Milletvekili Edibe SAYAR, İstanbul Milletvekili ve Türk Kadınlar Birliği Başkanı Nazla TLABAR ve Ankara Milletvekili Aliye TİMUÇİN, “gayri milli ve gayri medeni” buldukları çarşafın yasaklanması için meclise kanun teklifi verse de teklif meclis tarafından gündeme alınmadı. DP, iktidarının sonlarına doğru, 1958’de tekrar gündeme gelmiştir. Hatta “çarşafla mücadele haftası” adlı bir hafta düzenlendi.

Kadın kıyafetleriyle ilgili tartışılan en büyük konulardan biri türban konusu olmuştur. Merkezi otoritenin başörtüsü ya da türban yasaklaması ile oluşan mağduriyetler konunun siyasallaşmasına neden olmuştur.

ree

12 Eylül 1980 darbesinden sonra yapılan düzenleme ile kadın devlet memurlarını ve öğrenciler için yeni bir dönem başlattı. Buna göre başlar açık, saçlar düzgünce taranmış ve toplanmış olacak, kurum içerisinde de baş örtülmeyecekti. Bu kararın tek istisnası ise İmam Hatip Liselerinde verilen Kuran dersleriydi. Kız öğrenciler yalnızca bu derste başlarını örtebilecekti.  Kadınlar, ayrıca, kurum içinde dar veya geniş pantolon, dar kolsuz ve açık yakalı gömlek, bluz veya elbise giymeleri de yasaklanmıştı. Bu kurallar üniversitelerde protesto ile karşılandır.

10 Mayıs 1984’te Yüksek Öğretim Kurulu kendi yayınladığı ve başı açık olmayı zorunlu kılan düzenlemede değişikliğe giderek öğrencilerin modern şekilde türban takabileceğini açıkladı. Üniversitelerde artık başörtüsü yasak, türban serbest idi. Ancak, ikisinin arasında kesin bir ayrım da yapılamıyordu ve bu keyfi uygulamalara neden oluyordu.  1987 yılında üniversitelerde bu serbestlik tekrar yasaklandı. 1987 yılının sonarlına doğru YÖK tarafından bir kez daha bu yasak kaldırılsa da 7 Mart 1989’da Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in itirazı üzerine yasak bir kere daha başlamış oldu.


ree

 

 

 

 

 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
  • White Facebook Icon
  • Instagram
  • X

Bilge Zevat

Bilge Zevat Baykuş

© 2024 by Kâşif

bottom of page