OSMANLI’DA HAPİS VE HAPİSHANELER - Tarih
- Umay
- 26 Haz
- 9 dakikada okunur
OSMANLI’DA HAPİS VE HAPİSHANELER - Tarih
İnsanoğlunun varoluşundan itibaren suç ve o suça uygulanan cezalar da varolmuş ve tarihi süreç içerisinde cezalar, her alanda olduğu gibi bu alanda da gelişmeler, iyileştirmeler olmuştur.
Alıkoymak, engellemek anlamına gelen “habs” kelimesi bir kişiyi, canlıyı bir yere kapatmak, alı koymak anlamındadır. Hukuk dilinde hürriyetini kısıtlamak anlamı taşımaktadır.
Eski Türk Devletlerinde hapis cezalarına ilk olarak Hun Devleti’nde rastlıyoruz. Eski Türkler yarı göçebe yaşam biçimi benimsediği için hapis cezaları kıza süreli olmuştur. İşlenilen suça göre idam, bedene yönelik cezalar verilmiştir.
Hapis ve hapishanenin tarihine baktığımızda, dünya tarihinde de, bizim tarihimizde de hapis, yargılanmadan önce alıkonulması, hapishane ise suçlunun yargılanmayı beklediği yerler olmuştur. Ve bu yerler de zindanlardı çoğu zaman. Suçlulara verilen cezalar da beden cezaları olmuştur. Aydınlanma dönemi ile birlikte başlayıp günümüze kadar gelen süreçte ahlaki bir yumuşamaya giden ülkelerde cezalar, bedenden ziyade zihinsel cezalar olmaya doğru yol almış, suçluyu vicdanıyla başbaşa bırakıp, pişman olmasını sağlama ve topluma yeniden kazandırmak için çalışmalar yapılması olmuştur.
İslam devletleri dönemine bakıldığında bedene yönelik cezaların olduğu, hapis cezaların pek de olmadığı görülmüştür. Suçluların geçici olarak tutulmaları için yerler vardır. Ancak buralar cezanın infaz edilmesine veya borçlunun borcunu ödediği zamana kadar tutulduğu tutukevidir.
Hapsetme yeri olarak mescit, kuyu ya da bir ev kullanılmıştır. Hz. Ömer dönemi satın alınan bir ev hapishaneye çevrilmiştir.
Peygamber zamanı bazı evler hapishane olarak kullanılmıştır.; Hirmas b.Habib isimli bir sahabi söyle rivayet etmektedir. “Bana borçlu olan kimselerden birinin ödemede bulunacağına dair ümidimi kestikten sonra Resullaha’a şikâyette bulundum. O da bana bu kimseyi hapsetmeme izin verdi ve arkasında da bilgi almak için o kişiyi hapsettiğim yere uğradı.”
Yine imzalanan anlaşmaya ihanet eden ve Müslümanları arkadan vurmak isteyen Beni Kureyza Yahudilerinden esir aldıklarını, Hendek Savaşı’ndan sonra Sa’d b.Muaz’ın görüşü doğrultusunda haklarında hüküm verilinceye kadar “Haris’”in evine hapsetmiştir. Aynı şekilde Peygamber, Beni Kureyza Yahudilerinden bazılarını Sa’d b.Muaz’ın kararından sonra Usame b.Zeyd’in evine hapsetmiştir. Hz. Peygamber, Suheyl b.Mar’ı Bedir Savaşı’ndan sonra evine hapsetmiştir. Ayrıca peygamber başka sahabelerin de evlerini hapishane olarak kullandığı rivayet edilmiştir.
Hz. Peygamber zamanı suçluların hapsedildiği yerlerden birisi de kuyulardır(dehliz)bu kuyular yeraltına yapılan tünel(dehliz), tahıl ambarı ve zindan gibi yerlerdir. Kuyu diye adlandırılmasının sebebi yer altında bulunmaları, kapı ve girişlerinin dar olmasıdır.
İslam tarihin ilk hapishane olarak kullanılmak için yapılan bina Hz.Ali döneminde yapılmıştır.” Nafi” ismi verilen bu binalardan suçlular kolay kaçtığı için “Mehis” adı verilen daha güvenli bir bina yapılmıştır. Bazı kaynaklar buraya “mahyes” ya da “muhayyes” der.
Emeviler döneminde hapishaneler yapılmıştır. Halife Haccac’ın Basra be Küfe arasında yaptırdığı “Lala” isimli hapishane, Emevi döneminde meşhur hapishanlerden biri olmuştur.
Abbasiler de Küfe’de, Basra’da ve Bağdat’ta yeraltında hapishaneler inşa etmişlerdir.
Fatımiler döneminde Kahire’de bulunan ve İbn Teymiyye,Benü Eyyüp ve bazı siyasilerin hapsedildiği Cebel kalesinde bulunan bir hapishane vardır. Fatımiler, adi suçlar için Habs el-Ma’üne adında hapishane yaptırmışlardır.
Mısır ve Suriye’de hüküm süren Türk İslam devletlerinden biri olan Memluklar ise her şehirde bir hapishane inşa etmişlerdir. Bu hapishaneleri suçun çeşidine, suçlunun mesleğine göre gruplandırmışlardır; Emirlere, memurlara, kadılara, valilere ayrı hapishaneler inşa etmişlerdir.
Her devlet mahkûmları kürek, inşaat, kalebentlik vs gibi farklı işlerde çalıştırmışlardır. Memluklularda bu devletlerden biridir ve onlar mahkumlarını, inşaat işlerinde zincirli bir şekilde çalıştırıldı.
Timurlular döneminde hapishaneler, ada, kale, saray gibi güvenliği kolay yerlerde bulunuyordu. Başkentlerde ve bölgelerin idari merkezlerinde hapishane inşa etmişlerdir. En meşhur hapishanesi Semarkant’ta yapılan Köksaray’dır. Şehrin iç kalesi içinde yapılan bu sarayda hapishanede vardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Hapis ve Hapishaneleri
Öncelikle Osmanlı yargı teşkilatını oluştururken kendinden önceki Emevi, Abbasi, Anadolu Selçuklu gibi Müslüman devletleri model alır ve teşkilatına kaynaklık ettirmiştir. Osmanlı Devleti’nde hapise koyulan suçlular, genelde yargılandıktan sonra değil de, yargılanacakları güne kadar konulan yerlerdir. Hapishaneler ise zindanlar, kale burçları…
Verilen cezalar, hürriyeti bağlamaktan daha çok idam, kürek, kalebentlik, teşhir, dayat atma, para cezası, kürek cezası, kalebentlik, sürgün, dağlama, uzuv kesme, yüzü karalama, sakalı kesme … cezirbentlik(adalarda bulunan kalelerde çektirilen cezaya denir)prangbent gibi cezalardır.

Prangbent, bu ceza ile prangaya vurulan suçlular, işledikleri suçun derecesine göre üç, beş, yedi, on, on beş yıla kadar veya ömür boyu hapis cezasına çaptırılırdı. Prangaya vurulan suçlular ağır ve alt kademe işlerde çalıştırılırlardı. Rumelihisarı’nın kuzeyindeki “Kara Burç” kulesi prangbentlik için askeri bir zindan olarak kullanılmıştır. Prangabentlik cezasına çaptırılanların suçları sahtekarlık yapma, kız kaçırma, adam yaralama, yol kesme, iftira, gasp, cinayet, öşür ödememe, yalancı şahitlik, askerlikten firar etme …
Kale zindanları suçun türüne göre kullanılmaktaydı; Hırsızlar, zina ve borçlular Baba Cafer zindanına, devlet görevlileri, siyasi suçlular Yedikule zindanlarına, suçlu tersaneliler ve Harbiyeliler ise Tersane zindanlarına gönderilirdi.

Osmanlı Hukuk Sistemi
Osmanlı’da hukuk sistemini anlamak için, Osmanlı toplum yapılanmasını bilmek gerek. Osmanlı Devleti sınırlarında birden fazla milletin yaşadığı, çeşitli din ve mezheplerin olduğu bir imparatorluktur. Ve Osmanlı yöneticileri sınırlarında yaşayan tebasını “Millet Sistemi” dediğimiz kavramla yönetmiştir. Yani toplumun mensup olduğu din onların yönetilmesindeki ana faktör olmuştur
Osmanlı toplumunda İslam’ın hemen her mezhebinde yaşayanlar vardır. Ama Hanefi mezhebine bağlı olanlar daha çoktu. Bu yüzden yargı faaliyetleri bu mezhep üzerinde yürütülmüştür. Osmanlı Devleti bir İslam devleti olduğundan genel olarak İslam hukukuna göre yönetilmiş olup gayrimüslimlere ise özgürlük sağlanarak kendi din anlayışlarına göre yönetilmiştir. Hanefi mezhebi dışındaki mezhebe bağlı vatandaşların arasındaki davada sorunun çözülmesi için, kendi mezheplerindeki taraflar o mezhebin âlimlerinden birini hakem tayin eder. Sorun çözüldükten sonra mahkemeye verdikleri belgelerin bir suretini Şer’iyye Sicili denilen defterlere kaydedilirdi.
Osmanlı Devleti’nde hukuk ikiye ayrılır. Şer-i hukuk ve Örfi hukuk. Şer’i hukuk İslam hukuku olup devletin temel yasasıdır. Örfi hukuk ise padişahın irade ve fermanlarından oluşmuştur.
Şer’i hukuk ilahi irade mahsulü sayılan kurallarla, bu kuralların müçtehitleri tarafından yorumlanmasıyla ortaya çıkan bir hukuk alanıdır. Devletin temel yasasın oluşturan bu kurallar fıkıh kitaplarında yer almaktadır. Örfi hukuk ise şer’i hukukun düzenlemediği alanlarda, sınırlı yasama yetkisine dayanarak, yönetici k sınıfın koymuş olduğu kurallarla oluşmuştur. Bu kurallar İslam hukukuyla çelişmemelidir. Şer’i hukukun yorumlanması, uygulanması, örfi hukukun şer’i hukuka uygunluğunun denetlenmesi, ulema sınıfına ait bir görev ve yetkidir. Ve ulema sınıfı, Osmanlı Devleti’nde yasama faaliyetinde etkin bir rolde olmuştur. Örfi hukukun, şer’i hukuka meşruluğu ise fetvalarla sağlanırdı.
Osmanlı ceza hukuku İslam hukukunun Osmanlı dönem şartlarına uygun yorumlamalardan oluşmuştur. Osmanlı’da cezalar, idam, teşhir, dayat atma, para cezası, kürek cezası, kalebentlik, sürgün, dağlama, uzuv kesme, yüzü karalama, sakalı kesme … gibi çeşitli cezalardan oluşmaktaydı ve hapishane suçlunun hakkında yargılanıp karar verilinceye kadar tutulduğu yerdir. Bu yerler hapishane değil zindanlardır. Ve zindanlar genelde yerin altında, ışığın olmadığı, güneşin giremediği, havasız, rutubetli, temiz olmayan, yiyecek ve su sıkıntısının çekildiği yerlerdir. Seslerin dahi duyrulmadığı yerlerdir.
Osmanlı Devleti’nde suçlular için ceza kanunnameleri, şeraitin koyduğu esasları içermiştir. Bu kanunnameler dışında padişahın iradesini yansıtıcı ve çeşitli ceza hukuku hükümlerini içeren başka hukuki metinlerde vardır. Bunlar ferman, berat, adaletname vb..
Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında hapis cezası pek yaygın olmamıştır. Osmanlı’da suçlular yakalandıklarında haklarında “padişah emri sadır oluncaya dek” hapse atılırdı. Ulema ve vakıf görevlileri gibi berat sahipleri ise, ancak haklarında kimse teminat vermeye yanaşmadığı ve kaçma ihtimalleri olduğunda hapse konulurdu.
Osmanlı Devleti’nde ilk hapsetme Yıldırım Beyazıt döneminde olmuştur. Yağma ve talanda bulunan Germiyanoğlu Yakup Bey ve adamları hapsedilerek İpsala’ya gönderilmiştir.
Osmanlı’da idam cezası ikiye ayrılırdı. Birincisi mahkeme kararı ile İslam hukukuna ve Osmanlı kanunlarına göre verilen idam cezalarıdır. Ve bu idamın olması içinde padişahın onayının alınması şart idi. İkincisi ise bir mahkeme kararı olmadan padişahın emri ile verilen idam cezalarıdır. Bu idam cezalarına “siyasetten katl” denir ve çok da kullanılmıştır.

Osmanlı Devleti, şeriat temeline oturan bir devlet olduğundan, şeriat bilen ve yorumlayanlar ayrı ve ayrıcalıklı bir sınıf oluşturmuşlardır. Bu sınıfa Ulema sınıfı denir. Eğitim, din ve yargı işlerini üzerlerine almışlardır. Şer’i hukuka ilişkin kanunlarda yargılama yetkisi ulema sınıfı ve bu sınıfın mensubu kadılara ait olup, kararlarına katlien, padişah dahi, karışılmazdı.
Osmanlıda yargılamalardan sorumlu kadı iken, kadılardan sorumlu başkişi ise Kazaskerdir. Kadıların verdiği ölüm ya da uzuv kesme gibi ağır cezalar Kazasker denetiminde geçtikten sonra padişaha sunulur ve onun emriyle de ceza uygulanırdı. Ve halkın görüp, kendine çeki düzen vermesi için cezaların infazı halkın önünde yapılırdı.
Hırsızlık, yol kesmek, zina gibi İşlenen suça verilen cezalar, miktarı ve uygulanışı Kur’an ve Sünnet ile tespit edilirdi. Adam öldürme ve benzeri suçlara verilen kısas cezaları olmuştur. Kısas cezalarını infazının sadrazam tarafından uygulandığı ve padişahın onayından geçmeyen cezalar uygulanmaz.
Kadınlara yönelik verilen cezalar infaz edilinceye kadarki sürede hapsedilir. Hapiste kalma süresi çok olmadığından kısa süreli bir hapis, idam ya da büyük oranda sürgün cezası verilir. Yeri geldiği zaman imam, muhtar gibi güvenilir kişilerin evleri de kadınların hapsedildiği yerler olarak bilinir.

19.yüzyıl hapis ve hapishanelerin Osmanlı’da dönüşüme uğradığı zaman dilimdir. Bu yüzyılda büyükelçiler kanunların dönüştürülmesi için girişimlerde bulunurken, Osmanlı Devleti’de yabancı uzman getirerek hapishaneler için ıslah çalışmalarını yaptırıyordu. Bu girişimlerin sonucuna baktığımızda “mahbes” olarak da isimlendirilen, suçluların konulduğu hükümet konağının tomruk dairesi, kale, saray gibi mekânlarda bulunan zindanlar kapatılmaya başlanmış ve bunların yerine mehterhane olarak kullanılan Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nın bir bölümü, 1831 yılında, “hapishane-i umumi” olarak, Osmanlı’nın da ilk modern hapishanesi olarak kullanılmıştır. İstanbul dışındaki zindanlar yine hapishane olarak kullanılmaya devam ettiğini de görürüz bir yandan.
Lale Devri ile başlayan Osmanlı Batılaşma çabaları Tanzimat Fermanı ile de hukukta da kendini göstermiş hukuk ve yargı alanında gelişmeler yaşanmıştır. Ancak bu gelişmeler başta Osmanlı hukuku olmak üzere toplumda ikilik yaratmıştır.
18.yüzyılda başlayıp II.Meşrutiyet’e kadar ki zaman dilimine baktığımızda Osmanlı Devleti’nde başta siyasal olmak üzere toplumsal dönüşümler için reformlar yapılmıştır. Kamu düzeninin korunması, modern polis- jandarma teşkilatının kurulması, ordunun yeniden yapılanması, hapishanelerin yeniden düzenlenmesi …gibi. Bu yeni düzenlemenler de yeni zihniyeti doğurmuş ve mahkumlara verilen cezaların artık, bedeni ceza sistemin değişmesinin gerekliğini ortaya koymuştur. Cezalar, hapishaneler sosyal ve zihne ilişkin dönüşümlere göre olmalıdır anlayışı hakim olmaya başlamıştır. Hem fermanlar hem de çıkarılan kanunlar ve anayasa bu konudaki dönüşümlere hız sağlamaya çalışmıştır.

Osmanlı’da 1840’lardan itibaren yapımına başlanan hapishanelere karşın meclisin tasarladığı tipteki ilk hapishane 1870’te tamamlanabilmiştir. Avrupa tipi hapishanelerin yapılması mali gerekçeler nedeniyle sürekli ertelenmiştir.
Yeni hapishane düzenlemelerinde Osmanlı, tüm vilayetlere yazı göndererek, nizam ve temizliğe dikkat edilmesi, huzur ve rahatın sağlanması, mahpusların sayısının artması durumunda hapishane güvenliğinden ötürü derhal durumun bildirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
Gelinen noktada özellikle Tanzimat döneminden itibaren ceza, ticaret yasaları çıkarılmış, Müslim ve gayrimüslim davlarına bakılması için Nizamiye mahkemeleri, cemaat - konsolosluk mahkemeleri, yeni bir medeni yasası olan Mecelle çıkarılmıştır.
II.Abdülhamit döneminde çıkarılan nizamnamelere göre her kaza, liva ve vilayet merkezinde birer hapishane ve tevkifhane bulunması, Avrupa’ya mesaj olarak idam cezasının uygulanılmasından kaçınılması , tutuklu ve hükümlülerin ayrılması, yiyecek giderlerinin devlet tarafından karşılanması, 18 yaşından küçük olanlar için ayrı koğuşların olması, hükümlülere çalışma zorunluluğunun getirilmesi, yararlanmaları için kitapların bulundurulması …gibi kararlar alınmıştır.
Ayrıca nizamnamelere göre de hapishanelerde kadınlara mahsus bir daire bulunacağı, hapishane ve tevkifhanelere icabına göre Adliye Nezareti’nin tayin edeceği bir müdür, bir başkatip ve lüzumu kadar katip, bir başgardiyan ve yeteri kadar gardiyan bulunacağı da belirtilmiştir.
Hapishaneler reformundan 1878 Berlin Antlaşması’na kadar ülkenin her yanına hapistenler kurulmuştur. Ancak sınırlı bütçeden ötürü genellikle iki katlı ve kargir binalardan oluşmuştur.

Tanin gazetesi yazarı Ahmet Şerif, II.Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezerek, özellikle de hapishaneler konusunda Anadolu’da Tanin başlığı altında mektupları ve gezi notlarıyla hapishaneleri anlatmıştır.
Mektuplarında gittiği her yerde mahkûmların açlıktan şikâyet ettiğini, idareciler de bunun sebebinin hapishaneler için yeterli miktarda ödenek ayrılmamasından kaynaklandığını yazmaktadır. Ayrıca hapishanelerin güvenliğinin yetersiz olduğu, birçok hapishaneden kolaylıkla firar olduğunu, firar etmeyenlerin ise yakalandığı zaman akıbetlerinden korkması onları bu karardan vazgeçtiklerini belirtmiştir. Hapishanelerin duvarlarının dibinden lağımlar aktığını, sağlıklı hapishaneye giren bir mahkûmun kısa sürede hasta olduğunu; hapishanelerin dar olduğunu, bırakın oturmayı, ayakta durmak bile hükümlüler içeriye sığamamaktadır diye yazmaktadır Gazeteci Ahmet Şerif.

Jön Türklerin yönetime geldiği zaman kapsamlı reformlar başlatmaya çalışmışlardır. 1912 yılında yapılan bu çalışmaya göre Osmanlı hapishanelerinde toplam 28.000 hükümlü bulunmaktaydı. Ve bu reforma göre hapishanelerin tümü aynı mimari modele göre yapılma kararı alınmıştır. 1917 yılında hapishane modeli olarak hücre/müterakki sisteminin uygulanmasına karar verilmiştir; Auburn sistemi benzetilir.
Buna göre hapishanelerin, havadar bir bahçe ve gezinme yeri yapılması gerekmektedir. Müdürlerinin ve gardiyanlarının eğitim seviyelerinin yükseltilmesi ve hükümlülerin bir sanata özendirilmesi, gardiyan okulunun olması gereği üzerinde durulmuştur. Ancak bu ve bunun gibi alınan reform kararları savaşlar nedeniyle istenilen amaçlara ulaşılamamıştır. Yine de İttihatçı hükümet I.Dünya Savaşı yıllarında psikiyatri alanında tıp eğitimi almış ve hapishane müdürlüğü yapmış olan Alman Doktor Paul Pollitz’i Hapishaneler Umum Müfettişi olarak görevlendirmiştir. Pollitiz1917-1918 yıllarından Anadolu’daki hapishaneleri teftiş etmiş ve raporlar yazmıştır. Almanya’dan alınan borçla 1917’de büyük merkezlerde numune hapishaneler inşası başlamışsa da ı.Dünya Savaşı’nın sonunda tam olarak bitirilememiştir.

I.Dünya Savaşı’nı bitiren Mondros Ateşkes Antlaşması 4.maddesi gereği esirlerin ve Ermenilerin serbest bırakılması bahanesiyle Osmanlı’nın hapishanelerine müdahale eden İtilaf Devletleri komiserleri, 12 Ağustos 1919’da hapishanelerin müfettiş komisyonu tarafından teftiş edilmesine karar vermişlerdir. Bu karar doğrultusunda üç İtilaf Subayı (Fransa-İngiliz-İtalyan) ve Bekir Beyden oluşan heyet Anadolu’daki üç hapishaneyi dolaşmışlardır. Bu şehirler Ankara, Adapazarı ve Bursa’dır. Tutulan raporda ise:
Ciddi temizlik ve hijyen sorunu olduğunu, gıdaların yetersiz ve az olduğu, adli sistemin yavaşlığından aylardır çıkarılmayı bekleyen mahkumların olduğu, mahkum ve tutukluların bir arada olduğu bu yüzden çocuk ve mahkumları ayrılmalı, tutuklu ve hükümlüler düzenli sağlık kontrolünden geçmeli, mahkumlar uygun atölyelere çalıştırılıp, çocuklara zanaat öğretilmeli….
Osmanlı’da hapishanelerin kurulması, cezaların yeniden düzenlenmesi gibi hukuk alanında yapılan düzenlemeleri, hem Avrupa’nın azınlıklar aracılığıyla iç işlerimize karışmasını engellemek, hem merkezileşme hem de modernleşmek ile değerlendirmek lazımdır.
1Temmuz 1926 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ile hapis cezası ve infaz konuları tekrar tartışılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hapishanelerin durumlarını görmek için raporlar hazırlandı.(1931) Bu raporlarda çoğu hapishanelerin iyi ve yeterli düzeyde olmadığı belirtilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında savaşlardan yeni çıkmanın getirdiği maddi manevi sorunlardan ötürü ne yeni hapishaneler inşa edilmiş ne de var olan hapishanelerde ıslah çalışmaları istenilen düzeyde yapılabilmiştir. Bu yüzde Osmanlı’dan kalan hapishaneler kullanılmaya devam edilmiştir. 1950’li yıllardan sonra yeni tipte hapishaneler yapılmaya başlanmıştır. Bunlar koğuş sistemine dayalı yapılmıştır. 1950-70 yılları arası A, A1, A2, A3, B, C tipi gibi.

1970’li yıllardan itibaren hapishaneler cezaevlerine dönüşmştür. Tıpkı Osmanlı’daki zindanların hapishanelere dönüşmesi gibi. 1970’lerde mimari olarak koğuştan “oda tipine” doğru bir dönüşüm başlamıştır. Bu yıllardan sonra 50-60 kişilik koğuşlar yerine 20 kişinin kalacağı küçük koğuş sistemine geçilmiştir. Ayrıca Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifhanelerin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük’te değişikliğe gidilerek anarşi ve terör suçlarından hükümlü olanlar için bunların özel bir infaz rejimine tabi tutulmasına karar verilmiştir.bu değişiklikle mahpuslar tek ya da üç kişilik odalar halinde yapılmış bireysel iyileştirme ve eğitim uygulanan özel kapalı cezavlerine gönderilmiştir.

2015 yılında Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneneği(CİSST)isimli bir sivil toplum kuruluşu kurulmuştur.
Tarihten bugüne kadar baktığımız süreçte, hem dünya hem ülkemiz için, hapis ve hapishanelerde, infaz sistemlerinde iyileştirilmeler yapılmaya çalışılmış, yapılmıştır da. Süreç boyunca istenilen şey de mahkûmların yeniden topluma kazandırılmasıdır. Bunun için hem batı da hem de bizde sivil toplum kurumları oluşturulmuştur.
Ancak o tarihi süreçte savaşlar, hastalıklar, ekonomi çıkmazları, totaliter rejimler hapishaneleri, infazları ne kadar ıslah etmiş ve ne kadar mahkûmları yeniden toplum hayatına kazandırabilmiştir? İşlenilen suç oranlarını duyduğumuzda, okuduğumuzda, incelediğimizde hapishaneler ya da cezaevlerinin suçluları ne kadar ıslah ettiği, suça daha çok eğilimli hale getirip getirmediği de ayrı bir soru işareti olarak, günümüzde karşımızda durmaktadır. Ve en büyük sorunlarımızdan biridir.
Cezaevleri ve uygulanan infazlar ne kadar caydırıcı olmuştur???


Comments