top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 369 sonuç bulundu

  • HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR - Kitap Tavsiyesi

    HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR - Kitap Tavsiyesi Hanefi AVCI Yayınevi: Angora Yayıncılık Tür: Siyaset, Tarih Basım Tarihi:2010 Sayfa Sayısı:597 MİT başkan yardımcılığı ve emniyetin çeşitli kademelerinde görev yapmış bir emniyet mensubudur kitabımızın yazarı olan Hanefi AVCI. Emniyetin önemli mensuplarından olan Avcı, yayımlandığı tarihe çok ses getiren kitabıyla, bizlere Türkiye’nin çok yakın tarihinde yaşanan olayların arka perdesini sunmuştur. Yazarımız, kitabını iki bölümden oluşturmuştur. Ve bölümlerine geçmeden hemen önce “Simonlar” kavramını neden kitabına isim olarak seçtiğini açıklamıştır. Sonrasında I.bölüm sizi karşılar ve bu bölümde sizleri, “ Dün Devlet” başlığı altında 1990’lı Türkiye yıllarının terör olaylarını( PKK, Dev-Sol…), terör örgütlerinin kendi militanlarının zihinlerini nasıl ele geçirerek etkisiz hale getirdiklerini, eğitimlerini, cezalarını, idamlarını yaşadığı olaylar kapsamlarında bize anlatmıştır Hanefi AVCI. Ve bizdeki eğitimleri de.  II.bölüm ise  “Bugün Cemaat” başlığı altında cemaatlerin devlet kurumlarına nasıl girdiğini, usulsüz, haksız, iftiracı şekilde oluşturdukları hukuksal belgelerle kendinden olmayanları devletin üst düzey kurumlarından çıkartılarak, yerlerine kendi adamlarını nasıl bir plan dahilinde yerleştirdiklerini anlatmıştır Avcı. Kendi şahit olduğu, araştırıp öğrendiği, duyduğu bilgilerle. Yolsuzluklar, Susurluk olayı, PKK, Dev –Sol örgütü, Kürt Açılımı, 21 Şubat Olayı, Balyoz – Ergenekon olayları, Gülen Cemaatinin yapılanması, ses kayıtları, görüntü kasetleri, devlet içindeki çeteler- mafyalar, Danıştay saldırısı, liyakatsizlik ile iş bilmeyenlerin kurumların başına getirilişi… ve bütün bunların ışığında yavaş yavaş yozlaşmaya başlayan bir Türkiye, çürümeye devlet kademelerinde başlayan içler acısı bir Türkiye…. Sahi devleti kim yönetiyor? Kitabımızın güzel yanlarından biri Hanefi Avcı'nın belgesel niteliğindeki üslubu ile geçirdiği zihinsel dönüşümü de anlatması ve bu size farklı bir açıdan baktıracak. Okunması lazım gelen kitaplardandır. Kendimizin de eleştirmeni olmamız gerektiğini, devletin de devletin karşısında duranların da nerede, nerelerde nasıl doğru ya da yanlış yaptığını bilmek ve yeri geldiği zaman eleştirmek gerektiğini bir emniyet mensubunun kaleminden okuyun, ki bu emniyet mensubu çok önemli kademelerde bulunmuş biridir. HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR - Kitap Tavsiyesi

  • OSMANLI’DA KADIN HAKLARININ GELİŞME SÜRECİ - Tarih

    Osmanlı’da kadının toplumsal yaşama katılması, eğitim, çalışma hakkını araması gelişmelerinde en önemli araçları kuşkusuz, dönemin çıkarılan dergileri, gazeteleri, romanları ve tiyatroları olmuştur. Osmanlı toplumunda kadın ev insanıydı. Yaşadığı hane genelde yüksek bahçe duvarları ile çevrili, pencere önlerinde kafesler olan evlerdi. Gerek İslam coğrafyasında gerekse Türk İslam devletlerinde kız çocukları ve kadınların kaderini belirleyen ana kaynak ise Kuran-ı Kerim başta olmak üzere hadis, sünnet vs..dir. Ayrıca İran, Arap, Bizans gelenekleri de kadının yaşayış biçimini şekillendiren diğer faktörlerden olmuştur. Peçe, çarşaf kullanımı Osmanlı’da yaygın olup, kadınların nerelerde olup olmayacağı, nasıl olması gerektiği... yeri geldiği zaman fermanlarla belirtirmiştir.  Osmanlı Devleti’nde evlenme, boşanma, miras gibi konularda şerri hükümler geçerli olmuştur; Miras hakkı erkeğe oranla daha az olmuştur. Kadının kocası öldüğünde mirasın dörtte biri, çocuğu varsa sekizde birini alıyordu. Mahkemelerde kadın şahitliği ise şu şekildeydi: iki kadının eşitliği bir erkeğe eş değerdir. Kız çocukları sadece sıbyan mektebine gidebilirdi ve erkeğe çok eşlilik hakkı tanınmıştır. Kırsal kesime baktığımızda ise kadın sosyal hayatta, kentteki cinslerine nazaran daha aktif olmuştur. ( bağ, bahçe işlerinde uğraşma..) Osmanlı toplumunda kadının ev içi ve dışı olmak üzere iki kıyafeti vardır. ev içi kıyafeti abartılı, şatafatlı olup, ev dışı kıyafeti ise baştan aşağı, onu örten bir kıyafettir. Bu kıyafet tesettür, ferace, çarşaf adlarıyla bilinir. Ayıca, Osmanlı’da yaşayan bir Müslüman kadın ile Hristiyan bir kadın aynı giysileri giyemez, kıyafetleri aynı renk olamaz, hatta birbirine benzemez bile. Çünkü Osmanlı toplum yapısı Millet Sistemine göre şekillendirilmiş olup bu yüzden de her dinin kendine özgü kıyafetleri, kıyafet renkleri vs farklı olmak zorunda olmuştur. Osmanlı Devleti, 17.yüzyıldan itibaren askeri ve siyasi alanda aldığı yenilgiler beraberinde toprak kayıplarını da getirmiş ve bu yenilgiler ve kayıplar Osmanlı’nın yüzünü Batıya dönmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti artık ilerleyen zamanlar içeresinde, yavaş yavaş, hayatın her alanında, Batı tarzı reformlar yapmaya başlamıştır. 1718’te Lale Devri ile başlayan Batılaşma hareketi,  III.Selim, II. Mahmut dönemleri ile devam etmiş ve nihayetinde de Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Meşrutiyet’in ilanı ile başta siyasi, hukuksal gelişmeler olmak üzere, yaşamın her alanında bir Batılaşma kendisini göstermiştir. Bu Batılaşma ya da modernleşme çabaları Osmanlı toplum yapısında iki kültürlü bir toplum ortaya çıkarmıştır. Osmanlı modernleşmesinde yer alan kadınların toplum hayatındaki konumunu geliştiren dönem daha çok II.Meşrutiyet’in ilanından Cumhuriyet’e kadarki gelinen süreçte olmuştur. Bu süreç kadının sosyal yaşama dair atacağı ilk adımı oluşturmuştur. Kurtuluş Savaşı’yla beraber siyasal hayatta da artık kadının aktif olduğunu görmeye başlarız. Ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ulus devlet yaratmada kadının olmazsa olmayacağını, kadının çağdaş uygarlık seviyesine gelmede önemli rol oynadığını sürekli vurgulamış ve yaptığı inkılaplardan da bunu Türk ulusuna göstermiştir. Özellikle çıkardığı Medeni Kanunu ve verdiği siyasi haklar. Osmanlı Devleti’nde 19.yüzyılda başlayan sosyal, ekonomik, siyasal değişimlerde, yapılan reformlar kadının da hayatını etkilemiş ve buna bağlı olarak kadın hareketleri başlamıştır. Kadın hareketlerinin başlangıcını eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Fermanı sonrası kadınlara verilen en önemli hak ve özgürlükler ise: *1841 kadınlara kadı önünde evlenme hakkı *1856 kız çocuklarına mirastan –erkeklerle eşit olmayarak- pay alma hakkı *1862 ilk kız Rüştiye açılır *1869 Sıbyan okulları her iki cins için zorunlu olur *1870 kadınlar için ilk öğretmen okulu açılır *1882 kadınlar ilk kez nüfus sayımına dahil edilir Tanzimat dönemi yazarlardan Ahmet Mithat Efendi, kadınların eğitim hayatı için önemli çalışmalarda bulunmuş, Fatma Aliye Hanım gibi dönemin kadın yazarlarını desteklemiştir. Ayrıca Namık Kemal, Şinasi, Şemseddin Sami gibi dönemin diğer yazarları da kadınların toplum yaşayışından geri bırakılmaması ile kadınlar ilgili yazılar yazmışlardır. Bu dönemde eğitim alan kadınlarımızın ilk meslekleri öğretmenlik ve hemşireliktir. Sonradan dernek ve cemiyetler sayesinde hem başka mesleklere hem de siyasetle ilgilenmeye başlanmıştır. Kadınlara yönelik çıkan ilk dergi Terakki-i Muhedderat, 1859, olmuştur. Kadın hakları ve seçimden söz eden ilk gazete olarak da bilinir. Kimlikleri açıklanmasa da dergide, kadın mektuplarına yer verilmiştir. Mektuplarda kadınlar kendi sorunlarından bahsetmiştir. Örneğin, bir kadın mektubunda vapurlarda kadınlara ayrılan yerlerin kötülüğünden yakınmış, erkeklerle aynı ücreti ödemelerine rağmen neden böyle hor görüldüklerini sormuştur.  Başka bir mektupta “ Şurasını iyi bilmek gerek ki ne erkekler kadınlara hizmetkâr, ne de kadınlar erkeklere cariye olmak için yaratılmıştır …” diye yazılmıştır. Dönemin erkek aydınları,  kadınların eğitimi, bilinçlenmesi ve toplumda ilerleyebilmesi için kadın dergiler çıkarmış ve onlarla ilgili yazılar yazmışlardır. Örneğin Şemseddin Sami’nin 1880’de çıkardı Aile dergisi. Ama, sahibi ve yazar kadrosu tamamen kadınlardan oluşan dergi de çıkmıştır: Şükufezar, 1886 yılı. Derginin ilk sayısında “Biz saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin hande-i istihzasına hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek şahreh-i sa’y ü amelde mümkün olduğu kadar payendaz-ı sebat olacağız…” İlk kadın romancımız olan Fatma Aliye, kadınların toplumdaki ve aile hayatlarındaki konumlarını, egemen eğitim kapılarını kadınlara kapatmasını sorgulamıştır. Kadın hareketlerinin her alanda hız kazandığı Osmanlı’daki dönem II. Meşrutiyet’in ilanıyla başlamıştır. Kadınlar artık daha fazla bir araya gelip örgütlenmeye başlamış, dergiler, gazeteler, romanlar dışında cemiyetler kurmuşlar, dernekler açmışlardır. Dönemin önemli gelişmelerinden bir kaçı: *ilk kadın derneği olan Cemiyet-i İmdadiye Fatma Aliye tarafından kurulmuştur *Eğitim, ekonomi ve siyaset alanlarında Osmanlı kadınlarına öncülük etmek için Halide Edip Teali-i Nisvan Cemiyeti’ni kurmuştur;  Derneğe üye olmak için İngilizce derslerine devam şartı getirilmiştir. Derneğin amacı kadınların eğitim ve kültür seviyesini yükseltmek olmuştur. Nezihe Muhittin  “ Bu kadın cemiyeti birçok işi yapmaktan ziyade, hanımlar arasında içtimai bir hayat tesisine matuf” diyerek bilinçlendirmeyi amaç edinmişlerdir. *Fatma Aliye’nin kız kardeşi Emine Semiye ve Seniye Hanım ilk siyasi örgütlenme cemiyeti Kadınlar şubesini kurmuşlardır. Özellikle Emine Semiye İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik şubesi önünde toplanan kalabalığa “Yaşasın vatan, yaşasın millet, yasasın hürriyet!”diyerek halka seslenmiştir. *1914 Darülfunun kapılarını kadınlara da açmış *1919 Halide Edip, Münevver Saime gibi kadınlar ülkenin işgalinde devletleri protesto etmek için mitinglerde konuşmalar yapmak üzere görev almışlardır *1920 Anadolu’nun bazı bölgelerinde Müdafaa-ıi Hukuk-ı Nisvan dernekleri kurmuşlardır Eğitim sorunu yanında kadınlara meslek öğreten, dikimevleri ve fabrikalar açan dernekler de kurulmuştur. 1913-14 yıllarında ilk defa bir Türk kadını, Bedra Osman Hanım (Müdafaa-i Hukuku-ı Nisvan Cemiyeti üyesidir) memurluğa başlamıştır.  Müfettişliğe kadar yükselen kadınların yanında, ayrıca tiyatro sahnesinde de görüyoruz az da olsa; bu zamana kadar Ermeni ve Rum kadınları tiyatro yaparken 1920’de ilk defa Afife Jale Türk kadınını temsil ederek tiyatro sahnesine çıkmıştır. Daha sonrasında Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklanmış ise de Şaziye(Moral), Münire( Neyire Neyir), Bedia( Muvahid) sahneye çıkmışlardır. Enver Paşa öncülüğünde 1916’da “Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi” kurulmuştur; amaç kadınların yapabilecekleri, para kazanabilecekleri işlere yönlendirmek ve korumak. 1913 yılına gelindiğinde sanayide çalışan kadın işgücü %50 ulaşmıştı. Askerlik alanında da bu dönemde kadınları da görürüz. İstanbul’da I.Ordu’nun oluşturduğu Birinci Kadın İş Taburu geri hizmette kadınlara yeni çalışma alanlar yaratmıştır. Kadın taburuna kabul edilen kadınları İstanbul’da Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi, Anadolu’da idari meclisleri seçer. İşçi Taburunda çalışanlar için sekiz saatlik çalışma süresi belirlenmiştir. Memur kadınların görevleri erkeklerinki ile aynı olup, onlar gibi nöbet tutarken sadece, askeri talimlerden muaftır.  Maaşlı memurların seçimi, tayini, terfisi ve azli ordu komutanlığınca yapılır. Evli olan kadın taburlarına ise, işbaşında olmak koşuluyla haftada dört gece izin verilmiştir.  Bu dönemde Suriye’de Cemal Paşa’nın öncülüğünce Dördüncü Ordu içinde Kadın Amele Taburu oluşturmuştur. Tabur Çukurova’da pamuk hasadını yapmıştır. Ama, şunu da belirtmek gerekir ki savaşlar sonucunda erkeklerin cepheye gitmesi, kadınların çalışma hayatına daha hızlı girmelerine neden olan bir etkendir, hem de önemli bir etken. Türk kadınları bu tarihi süreçte isyan da etmişlerdir. 1874 yılında Ankara vali değişikliği sırasında yeni valinin kente girdiği zamanda, açlıktan bunalmış 4-5 bin kadar kadın ve çocuk, yeni valiyi karşılamış ve ekmek istemişedir.  1908 tarinde Sivaslı kadınlar ayaklanarak defterdarlığın önünde toplanarak ekmek kıtlığını ve pahalığı protesto etmişlerdir. Buğday deposu ve buğday pazarını talan etmişler, un vurguncularıyla birlikte çalışan belediye başkanını linç etmeye çalışmışlardır. Türk kadını Kurtuluş Savaşı dönemiyle özellikle siyasi süreçte daha fazla yer alamaya başlar. Yapılan mitinglerde halkı coşturan söylevler, savaşa ya cephede ya da cephe gerisinde bizzat katılama gibi. Cumhuriyete kadarki süreçte kadın haklarından yana olan, kadınların eğitim başta olmak üzere toplumsal hayatın her alanında görmek isteyen, kadınsız çağdaş, refah, huzurlu bir toplum olamayacağımızı belirten erkek aydınlarımış sayesinde kadın hareketleri desteklenmiş ve hızlanmıştır. Bu tarihi süreçte kadınlarımız da dergiler, gazetelerde yazarak, dernekler, cemiyetler kurarak, tiyatro sahnesine çıkarak, iş hayatında aktif rol alarak ve en nihayetinde de savaşlarda cephede ya da cephe gerisinde yer alarak kadının toplumsal hayattaki önemini göstermiş ve önemlisi de kadının toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası yapmışlardır. Kadınların yaşamsal alana dair atılan en önemli adım, şüphesiz ki, 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunun olmuştur. Bu kanunla kadın erkek eşitliği hukuksal, miras, meslek seçmede, boşanmada, velayet alanlarında sağlanmıştır. Tek eşle evlilik zorunlu kılınmıştır. Resmi nikâh getirilmiştir. 1930 yılına geldiğimizde ise Türk kadını belediye yasasıyla ilk kez sandığa gitmiştir. Yine aynı yıl kadın ve çocukların korunması ve doğum izni ile ilgili düzenleme yapılmıştır. 1933 Köy Kanunu ile Türk kadınına muhtar seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. 5 Aralık 1934 Anayasa değişikliği ile kadına seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. 8Şubat 1935 yılında yapılan TBMM seçimlerinde 18 Türk kadınımız meclise girmişlerdir. Bu arada şu bilgiyi de vermek gerek: 1921’de Osmanlı Müdafaa-ı-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti seçme ve seçilme hakkını dernek programına koymuştur. 1923 yılında Nezihe Muhittin tarafından Kadınlar Halk Fırkası kurulmuştur.  Amaç ise kadınların sosyal, ekonomik ve siyasal haklarının sağlanmasıdır.  Ancak, daha bir halk fırkası kurulmadan kadınların bir halk fırkası kuramayacağını ve bu yüzden faaliyetlerini dernek olarak devam ettirmeleri istenmiştir. Bunun üzerine Nezihe Muhiddin önderliğinde kadınlara sosyal ve siyasal hak verilmesi amacıyla 1924 yılında Türk Kadınlar Birliği kurulmuştur. Sonuç olarak özet halinde verdiğimiz-ki daha fazla- kadın haklarına dair çalışmalar ve kazanımlar Türk kadınının kendi kazanımıydı. Fakat, şunu da gözden kaçırmamak lazım gelir ki bu kazanımları, kadınlar bilek hakkı ile alırken dönemin erkek aydın yazarlarının –hepsi olmasa da bir kısmı- desteğini, çalışmasını unutmamak gerek. Ayrıca, özellikle, Cumhuriyetle beraber kadınların kazanımlarında Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN, Türk kadınının çalışkanlığını, vatanperverliğini iyi bilmesi, kadını, sadece bir anne, eş olarak görmediğini, toplumsal statüde en yüksek yerlerin verilmesi gerektiğini gerek cümleleriyle gerekse de yaptığı inkılaplarıyla, Türk kadına en büyük hediyeyi ve desteği kendisi vermiştir.

  • OSMANLI’DAKİ FENERLİLER YA DA OSMANLI FENERLİ RUMLAR - TARİH

    Fenerliler, Osmanlı’nın İstanbul’unda,  merkezi Fener’de bulunan, patrikhanenin etrafına yerleşen Rumlardır. Osmanlı’da kâtiplik, tercümanlık işleriyle uğraşan, Karadeniz’den gelen buğday tedarikini sağlayan, Osmanlı Devleti’nin imzaladığı antlaşmalarda önemli rolü olan, nüfuzlu, zengin ailelerdir Fenerliler. Hatta 19.yüzyıla kadar Eflak ve Boğdan’a Bey olarak atanmışlardır. Fenerliler Batı kültürünü bilen, bilgi ve bilime önem veren, Osmanlı zümresi ve burjuvazisinin bir parçası olmuşlardır. Fenerliler ayrıca kendilerini Bizans’ın varisi olarak da görmüşlerdir. 1699 yılında, imzalanan Karlofça Antlaşması’yla Osmanlı Devleti, ilk defa büyük çapta toprak kaybeder. Bu yüzyıldan itibaren askeri yenilgilerin çoğalmaya başlamasıyla, Osmanlı elinde kalan topraklarını korumada çareyi diplomaside bulur. Ancak, ülkede Avrupalı devletlerle ilişkilerde tercümanlık yapacak, Avrupa dillerini bilen Müslüman yoktur. Bu yüzden Avrupa dillerini bilen Fenerliler tercüman yapılır. Fenerlilerin, Osmanlı Devleti’ndeki tarihi geçmişine baktığımız: II.Mehmet İstanbul’u fethedince Rum Ortodoks Kilisesini koruma altına almış ve burayı Osmanlı ülkesindeki bütün Ortodoks Hristiyanlarının ruhani merkezi haline getirmiştir. Zamanla Fener semtinde yoğunlaşmış ve ticaretle zenginleşmişlerdir. Osmanlı gençleri genellik Arapça ve Farsça öğrenirken Rumlar ise Avrupa dillerini öğrenmişlerdir.( İtalyanca, Fransızca, Latince…) hatta Rum gençler eğitim için Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. Bu yüzden de Osmanlı’nın Avrupa ile ticaretin önem kazanan Fenerliler, 17.yüzyıldan itibaren de tercüman olarak göreve getirilmişlerdir. Osmanlı’nın 17.yüzyıldan itibaren sürekli savaşlarda yenilgiler alması, topraklar kaybetmesi üzerine Osmanlı artık var olan topraklarını kaybetmemek için diplomasi yoluna başvurur.  Zaman içinde bu tercümanlık uluslararası devlet ilişkilerinde o kadar önemli hale gelmiştir ki devlet içi siyaside de tercümanlar önemli olmuştur. Örneğin Köprülü Fazıl Ahmet Paşa,  baş tercümanlığına Fenerli Aleksendros Mavrokordatos’u getirmiştir. Mavrokordatos Osmanlı’da en yüksek mevkiye gelen bir fenerlidir. 18.yüzyıla kadar Fenerli tercümanlar Eflak ve Boğdan vilayetlerin asillerinden seçilirlerdi. Hatta isyan etmemeleri içinde bir oğulları başkentte rehin tutulur. Bu rehin tutulanların içinde en önemlisi ise Dimitri Kantemiroğludur. Daha sonra Kantemiroğlu ülkesi Boğda’a Bey olarak atanmış ve buradaki Rumlarla birleşip Osmanlı’ya isyan etmiştir. 19.yüzyılda Boğdan’a bey olarak atanan Konstantin İpsilandis olan Alexsandros İpsilandis , Filiki Eterya Derneği’nin başına geçerek Yunan bağımsızlığı için çalışmaları başlatmışlardır. 1929 Edirne Antlaşması sonrası ise Yunanistan bağımsız olurken Osmanlı ülkesindeki pek çok fenerli Yunanistan ya da Eflak ve Boğdan’a göç etmiş ve kurulan yeni devletlerinde yüksek görevlere getirilmiş, hatta elçi olarak İstanbul’a atananlar bile olmuştur. Osmanlı ülkesinde kalan fenerlilere ise Yeni fenerliler denmiştir. 1821 Yunan isyanına kadar Osmanlı, Eflak ve Boğdan’a 36 voyvoda atarken, 34 fenerliye ise baş tercümanlık görevi vermiştir. Osmanlı’daki yeniçerilerin görevi, saltanatı ve hilafeti, devleti koruyup kollamaktı. 16.yüzyıldan itibaren zanaat işleriyle uğraşmaya başlayan yeniçeriler, loncalara da girmeye başlamışlardır. 18.yüzyıla geldiğimizde ise ulufe defter sayısı artarken, aynı oranda da savaşa katılan yeneçeri sayısı azalıyordu. Artık yeniçeriler unvanlar satın alırken, Fenerli Voyvodalar da yeni unvanlar dağıtmaya başlarlar. 18.yüzyılın ikinci yarısında eyaletlerden zahire temin edip başkentte getirmekle görevli olan “yarı resmi yarı özel iş adam” kapan tüccarları artık başkent halına yetecek kadar zahire temin edemez olmuşlardı. Hatta bu yüzden dönemin padişahı Zahire Nezareti kurmuştur. Kırım önemli zahire eyaletlerinden biridir. Ve Kırım’ın Çarlık Rusya’nın eline geçtikten sonra Eflak ve Boğdan zahire temininde daha da önemli olmuştur. Eflak ve Boğdan’ı ise Fenerliler yönetiyordu. Ve Karadeniz’e zahireyi teslim alamaya gelen çoğunlukla yeniçeriler olmuştur. Yeniçeriler fenerlilerden aldıkları zahireyi başkente getirip diğer tüccarlar satıyorlardı.   Ülkeler arası politikaları iyi bilen bu Fenerli Beyler, 18.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Boğaziçi’nde, Rumeli yakasında, Kuruçeşme’de Arnavutköy’de, Trabya kıyılarında yaptırdıkları yalılara yerleşmeye başlamışlardır. 1940’lı yıllara kadar Fener çoğunlukla Rumların kaldığı yer olmaya devam eder. Ama asıl sakinleri ya Yunanistan’a ya başka ülkelere ya da İstanbul’un başka semtlerine taşınmıştır. Yerlerine ise Anadolu’dan gelmişlerdir; civardaki fabrika, küçük işletmeler, atölye gibi işyerlerine yakın yerlere yerleşmişlerdir. 1985 yılında burası yıkılır ve Fener, o tarihin tozlu sayfalarında yerini alır.

  • BİR İMPARATORLUK BİYOGRAFİSİ - İhtilaller Çağında Osmanlı Yönetimi ve Fenerliler - Kitap Tavsiyesi

    BİR İMPARATORLUK BİYOGRAFİSİ - İhtilaller Çağında Osmanlı Yönetimi ve Fenerliler - Kitap Tavsiyesi Christine M.PHİLLİOU Çeviren: Renan AKMAN Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Tür: Tarih, Araştırma, İnceleme Basım Sayısı:2022 Sayfa Sayısı: 338 Osmanlı İstanbul’unda Fenerliler, Fener semtinde oturan Rumlar için kullanılırmıştır. Merkezi Fenerde olan patrikhanenin etrafına yerleşen bu Rumlar nüfuzlu zengin ailelerdir. Tercümanlık, bankerlik, sarraflık işleriyle uğraşmışlardır. Fenerliler Osmanlı’nın Karadeniz’deki buğday tedarikini sağlamış,  Avrupa’daki modernleşmeyi/giyim- kuşamı … vs Osmanlı’ya getirilmesinde önemli olmuşlardır. Fenerli Rumlar, Tanzimat dönemine kadar Osmanlı’nın Avrupa devletleriyle ilişkilerinde kâtiplik, tercümanlık işleriyle ilgilenmiş hatta 19.yüzyıla kadar Eflak ve Boğdan’a bey olarak atanmışlardır. 1821’de Yunan isyanıyla birlikte İstanbul’da yaşayan Fenerlilerin birçoğu Yunanistan ve Avrupa şehirlerine göç etmişlerdir. Kitabımız yukarıda bahsettiğimiz Fenerli ailelerini anlatır; nüfuzlarını, işlerini; Yunan isyanlarında oynadıkları rolleri, Eflak ve Boğdan ile olan ilişkilerini, ama en önemlisi Osmanlı’nın uluslararası ilişkilerde imzaladığı antlaşmalardaki yerini kanıtlarıyla, akıcı üslubuyla, yer yer verdiği fotoğraflarıyla anlatmıştır. BİR İMPARATORLUK BİYOGRAFİSİ - İhtilaller Çağında Osmanlı Yönetimi ve Fenerliler - Kitap Tavsiyesi

  • MESUDİYE ZIRHLISININ KIRK YILI - Efendi kaptan kurtar bizi! - Kitap Tavsiyesi

    MESUDİYE ZIRHLISININ KIRK YILI - Efendi kaptan kurtar bizi! - Kitap Tavsiyesi Oğuz OTAY Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Tür: Tarih, Araştırma, İnceleme Basım Tarihi 2024 Sayfa Sayısı:380 Mesudiye Zırhlısı, Türk donanma tarihin bir denizaltı tarafından batırılan ilk zırhııdır. Bu zırhlı gemi, deniz ve gemilere olan tutkusuyla bilinen padişah Abdülaziz dönemi İngiltere’ye sipariş edilerek alınmıştır. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı, 1897 Osmanlı Yunan Savaşı, 1912-13 Balkan Savaşlarında görev yapmış, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde, Çanakkale Boğazına girmek isteyen yabancı gemilere karşı sabit batarya olarak kullanılmıştır. Ancak, Aralık 1914 tarihinde, bir İngiliz gemisi olan, B-11 mayın hatlarından geçmeyi başararak boğaza girmiş ve Mesudiye zırhlısını batırmıştır. Bu batırılmada 10 subay ve 25 er şehit olurken 5 subay, 3 er 36 saat sonra da olsa kurtarılmıştır. Kitabımız Mesudiye zırhlısının batırılması olayını konu olarak merkeze alarak anlatırken, dönemin siyasi olaylarını da bizlere aktarmıştır. Kitabımızda o dönemi yaşayan, o gemide sağ olarak çıkarılan insanlarımızın yaşadıklarına dair her şeyi anlatan röportajlara, döneminde çekilen fotoğraflara yer verilmiştir.  Kitabımızın akıcı üslubu, sade dili ve yaşananları öğrenme tutkusu, size kitabın son sayfası, son cümlesi gelinceye kadar elinizden bıraktırmayacaktır. MESUDİYE ZIRHLISININ KIRK YILI - Efendi kaptan kurtar bizi! - Kitap Tavsiyesi

  • TAĞUT - KUTSAL ALDANIŞIN SOYAĞACI - Kitap Tavsiyesi

    TAĞUT - KUTSAL ALDANIŞIN SOYAĞACI - Kitap Tavsiyesi Soner YALÇIN Tür: Siyaset, Araştırma Yayınevi: Kırmızıkedi Yayınevi Basım:2024 Sayfa Sayısı:352 Sözlük anlamı olarak Tağut, Allahtan başka bir ibadet odağını ifade eden İslami bir kavramdır. Kitabımızda sor, sorgula, eleştir kavramları temel alınarak günümüzün siyasi, dini gelişmelerini, tarihteki bazı olaylarla birbirlerine benzeştiğini anlatmaya çalışmıştır usta gazeteci; Tarihten ders alınmazsa, tarih bilinmezse her şey yeniden yaşanmaya başlar. Ve o başlanışta sadece kişiler, günler değişir. Soner Yalçın’ın fikirlerine katılırsınız ya da katılmazsanız, ama siyasi, dini vs gibi yaşanan olaylara farklı pencerelerden bakılması gerektiğini, ne tarih ne bugün ne de geleceğe ekonomisiz bakılamayacağını anlatan güzel bir kitap. Bu yüzden her kesimin okuması lazım gelir. Akıcı bir dil ile Soner Yalçın, sizinle sohbet ediyormuş, röportaj veriyormuş tadı veren bir kitap. Üstelik söyleşi tadı veren bu kitap alıntılar, araştırmalar, kanıtlar ışığından yararlanılarak yazılmış eleştiri kitabıdır. TAĞUT - KUTSAL ALDANIŞIN SOYAĞACI - Kitap Tavsiyesi

  • ANİTTA’NIN LANETİ - Kitap Tavsiyesi

    ANİTTA’NIN LANETİ - Kitap Tavsiyesi Mahfi EĞİLMEZ TÜR: Roman Yayınevi: Remzi Kitabevi Basım:2004 Sayfa Sayısı:186 Hitit Devleti’nin ilk kralı Anitta der ki “ Benden sonra kral olacaklardan her kim Hattuşa’yı yeniden canlandırırsa, göklerin Fırtına Tanrısı onun belasını versin.” Bu lanet tutmuş mudur? Bunu kimse kesin olarak bilemez, ama var olan kanıtlar üzerinden yorum yapılabilir ve bu lanet Hitit Devleti’nin yıkılma nedenlerinden biri olarak kalacaktır hep. Eğilmez tarihi bulgulardan kopmadan, bir dizi Hitit hikâyelerinden oluşturduğu romanımızı sade bir dil ve üslup ile yazmıştır. Son sayfasını görmeden bırakamayacağınız bu kitap tarihsever okurları bekliyor. ANİTTA’NIN LANETİ - Kitap Tavsiyesi

  • ARAPLARIN GÖZÜNDEN HAÇLI SEFERLERİ - Kitap Tavsiyesi

    ARAPLARIN GÖZÜNDEN HAÇLI SEFERLERİ - Kitap Tavsiyesi Amın MAALOUF Çeviren: Ali BERKTAY Tür: Tarih, Araştırma, İnceleme Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Basım Tarihi:2016 Sayfa Sayısı:265 Lise çağlarından beri okullarda öğretilen konulardan biridir Haçlı Seferleri. Hatta günümüzde Avrupalı devletlerin ile İslam devletlerinin arasındaki ilişkilerin bazı sonuçlarını anlatmak için “modern Haçlı Seferi” terimi de kullanılmaktadır. Haçlı Seferleri, 11.yüzyılda başlamış ve 13.yüzyılda sona ermiştir. Sebebi ise Bizans Devleti’nin topraklarında, Türk İslam Devleti olan, Anadolu Selçuklularının, sürekli ilerleyişi ve topraklarını elinden alması, halkının Türk egemenliği altına gönüllü olarak girmesi olmuştur. Ve Bizans, Türklerin Anadolu’daki maddi-manevi ilerleyişini tek başına durduramayacağını anlamış ve dönemin Katolik Avrupalı devletlerden yardım istemiştir. Doğunun zenginliklerine sahip çıkmak ve kutsal şehirleri olarak kabul ettikleri Kudus’ü, Müslümanların elinde bırakmamak için Bizans’tan gelen yardım isteğini geri çevirmeyen Avrupalı devletler, askeriyle, halkıyla, yeri geldiği zaman bizzat kendi krallarının komutasında ya kara yoluyla ya deniz yoluyla Müslüman şehirlerine gelmişlerdir. Haçlıların dördün üzerinde düzenlediği  Haçlı Seferleri dönemin, Batılı kaynaklarından değil de bir de Arap kaynaklarından öğrenmek isteyen tarihseveler için okunması gereken kitaptır Arapların Gözünden Haçlı Seferleri. Lübnan asıllı olan yazarımız, Amın MAALOUF ‘un, tamamen Arap vakanüvislerin (günü güne olayları not alan devlet görevlileri) eserlerinden yararlanarak yazdığı bu eser, onun muhteşem yorumlarıyla da tamamlanmıştır. Akıcı bir dil ve sade anlatımıyla okuyacağınız bir tarih kitabı. Maalouf’un muhteşem romanları dışında akademik kitabını okumak da çok güzel. ARAPLARIN GÖZÜNDEN HAÇLI SEFERLERİ - Kitap Tavsiyesi

  • BİR BİLİM ADAMININ ROMANI - Kitap Tavsiyesi

    BİR BİLİM ADAMININ ROMANI - Kitap Tavsiyesi Oğuz ATAY Tür: Biyografik Roman Yayınevi: İletişim Yayınları Basım Tarihi:2008 Sayfa Sayısı:270 Oğuz ATAY’IN kaleminden muhteşem bir biyografik roman. Başrolde Atay’ın hocası, inşaat mühendisi, fizikçi ve akademisyen Mustafa İNAN vardır. Oğuz Atay, hocası Mustafa İnan’ın yoksulluk içindeki başarısı hikâyesini, mücadelelerini, iç dünyasını akıcı üslup ve içten bir dil ile yazmıştır. Atay aynı zamanda dönemin toplumsal eleştirisini de göz ardı etmemiştir. Mustafa İnan’ın vatan sevgisini, azmini, sakinliğini, sabrını, düşünmeyi, çalışmasını, felsefesini, dünyaya baktığı penceresini öğrencisinin kaleminden okuyun. Çünkü öğrencisi Atay, Mustafa İnan’ı yazmak için, onu tanıyan kim varsa, eşi, oğlu, ailesi, arkadaşları, dostu… onlarla bir araya gelerek, konuşarak, bu muhteşem kitabı oluşturmuştur. Ayrıca kitap sonunda Mustafa İnan’a ait fotoğraflar da yer verilmiştir. Kitabımızı özellikle genç beyinlere, öğrencilere okutun. Çünkü iyi bir vatanseverin, bir bilim adamının, bir insanın  nasıl olması, ülkesine, dünyasına nasıl bakması gerektiğini öğreten, anlatan bir roman. Gençlerimize, öğrencilerimize çok şey katacak bir roman. BİR BİLİM ADAMININ ROMANI - Kitap Tavsiyesi

  • GAZİ ve FİKRİYE - Kitap Tavsiyesi

    GAZİ ve FİKRİYE - Kitap Tavsiyesi Hıfzı TOPUZ Tür: Roman Yayınevi: Remzi Kitabevi Basım tarihi:2002 Sayfa Sayısı: 286 Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumundan Fikriye’nin ölümüne kadarki,  tarihi süreçte yaşanan olayların içinde, Fikriye’nin Gazi Paşası’na olan aşkını, sevgisini, bağlılığını, sadakatini, sabrını anlatan bir Hıfzı TOPUZ romanı. Topuz, sadece Fikriye’nin Gazi Paşa'sına olan aşkını bir kurgu üzerine romanlaştırmakla kalmamış, Atatürk’ün, Fikriye’nin ölümüne kadar olan vakitteki, savaş hayatını, Milli mücadele yıllarını, vatan sevgisini, dönemin siyasetini de vermiştir. Hatta Topuz, Fikriye’nin aşkından daha çok Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşlarla geçen hayatını yazmıştır. Hayranlık, kızgınlık, kırgınlık gibi duyguların arasında gidip geleceğiniz, belgesel tadında bu roman Fikriye’ye dair okuma yapmak isteyenlerin başvuracağı kitaplardandır. GAZİ ve FİKRİYE - Kitap Tavsiyesi

  • KIRK YEDİ’LİLER -KİTAP TAVSİYESİ

    KIRK YEDİ’LİLER -KİTAP TAVSİYESİ Füruzan Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Tür: Roman Basım Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı:518 Türkiye’nin yakın tarihindeki, karanlık dönemlerinden biri olan, 12 Mart döneminin gençlerinin, tutuklanıp, sorgu odalarında maruz bırakıldığı psikolojik ve fiziksel şiddeti, işkenceyi anlatan romanlardan biridir Kırk Yedi’liler. Bu gençler, dönemin hükümetlerinin resmi ideolojisiyle uzlaşmayan, ortalama 47 doğumlulardır. Bu yüzden romanın adı Kırk Yedi’liler’dir. Romanımız, 12 Mart zamanının sorgu odalarında yaşananları anlatırken, bir yandan da dönemin toplumsal sınıflarının arasındaki ekonomi- sosyal- kültürel farklılıkları, eşitsizlikleri kahramanlar aracılığıyla gösterir. Bunun yanı sıra genç Cumhuriyetin devrimlerinin, toplumsal algılarını, sancılarını bunların taşraya nasıl yansıdığı, yaşatılıp yaşatılmadığını, aydınlar ve sıradan halk üzerinden anlatmaya çalışmıştır. Yazarımız, başkahramanın çocukluğunun geçtiği Erzurum’u ayrıca Kars yöresindeki hayatın her alanındaki zorluklarını; bu yörelerdeki soğuğu, yoksulluğu, yaşamı sağlayan hayvanların insan hayatından neden daha önemli görüldüğünü, erkek- kadın ve çocuklara bakışları, sıradan bir köylü çocuğu ile memur çocuğu arasındaki eşitsizliği, farklılıkları, şehirlinin köylüye köylünün de şehirliye bakışını, Rus- Bolşevik denince duygular, düşünceler, Kafkasya’dan gelen göçerleri… gibi daha  pek çok yaşama dair ayrıntıların, o yörelerin dilini de kullanarak akıcı bir üslup, yalın anlatımla, o dönemi başarılı bir tasvirle sunmuştur bizlere. Bir dönem romanı olan romanımız, yakın tarihe ilgi duyanlar, merak edenler tarafından bir solukta okunacak romanlardan biridir. **Romanımız yazarın ilk romanı olup ayrıca 1975’te Türk Dil Kurumu tarafından Roman Ödülünü almıştır. KIRK YEDİ’LİLER

  • KIZIL DARI TARLALARI - Kitap Tavsiyesi

    KIZIL DARI TARLALARI - Kitap Tavsiyesi Mo Yan Çeviren: Erdem Kurtuldu Yayınevi: Can Yayınları Tür: Tarihi Roman Basım Tarihi:2022 Sayfa Sayısı:522 2012 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü alan romanımız, 1923-76 yılları arasındaki Çin’in ülkeyi işgal eden Japonlarla çatışması, komünist ve kültür devrimlerini bol bol doğa betimlemeleriyle, insan manzaralarıyla, ara ara da fantastik kurguya yer vererek kaleme alınmıştır. Haydut bir dede, iki nene, anne ve baba hayat öykülerini okurken ölümü-yaşamı-işkenceyi-korkuyu - direnişi –  acıyı - yoksulluğu – dayanışmayı ve mizahı bir arada bulabileceğiniz bir savaş romanı. Romanımızın farklı anlatım ve üslubu (mış-miş’li anlatım) ve tarihi zaman dilimlerinin karışık kurgusu okurları ilk sayfalarda sıkabilir ve kitabı elinden bırakma noktasına getirebilir. Ama, okur, sabredip ilk 100 sayfa okursa kitabın diline, kurgusuna, zaman dilimlerine alışır ve sevdiği tarihi romanlar listesine ekler. Ayrıca romanımızın satır aralarında okuyucunun midesine bulandırabilecek betimlemeler de karşınıza çıkar. KIZIL DARI TARLALARI - Kitap Tavsiyesi

  • White Facebook Icon
  • Instagram
  • X

Bilge Zevat

Bilge Zevat Baykuş

© 2024 by Kâşif

bottom of page